YUNUS EMRE (ö. 720/1320 [?])
Mutasavvıf Türk şairidir.
Mutasavvıf Türk şairidir.
Yunus Emre’nin nerede doğduğu,yaşadığı kesinlikle bilinmiyor. Bektaşi Vilayetnamesi’ne dayanarak bazı uzmanlar onun Sakarya çevresinde Sarıköy’de doğduğunu söylerler. Şeyhi Taptuk Emre’nin de Sakarya dolaylarında yaşamış olması Vilayetname’deki bu kaydı doğrulamaktadır. Son yıllarda bazı uzmanlar bu görüşe karşı çıkmışlar,yeni belgelere dayanarak Yunus Emre’nin Karaman’da doğup büyüdüğünü mezarının da orada olduğunu savunmuşlardır.
Uçmak uçmağın dediğin müminleri yeltediğin
Bir ev ile birkaç huri hevesim yok koçmağ için
Bundan dahi verdin bize oğul u kız çift-ü halal
Andan dahi geçti arzum benim ahım didar için
Bu şiirden Yunus’un iki karısı, oğulları,kızları olduğunu anlıyoruz. Onun Karaman’da doğup yaşadığını söyleyen uzmanlar bazı belgeler çıkarıp savundular. Bunlar :
Yunus Emre’nin ailesi Karaman’a Horasan’dan gelmiş,yerleşip kendi adlarına bir köy kurmuşlardır. Babasının adı İsmail’dir. Yunus göçten çok daha sonra,Karaman’da dünyaya gelmiştir.Kendisi Kirişçi Baba olarak tanınmış,oğullarından birine de İsmail adını koymuştur.
ÖĞRENİMİ
Yunus’un
“ümmi” olduğu, yani okuma yazma bilmediği üzerine bir menkıbe vardır. Ayrıca
kendi de şiirlerinde okuma yazma bilmediğinden bahseder. Bunlara dayanarak halk
arasında Yunus’un öğrenim görmemiş, okuma yazma bile bilmeyen bir kimse olduğu
inancı yayılmıştır. Halkın büyük bir kısmı okuma yazma bilmediği, ağızdan ağıza
geçen sözlü bir kültürün egemenliğinde yaşadığı için öğrenim görmemiş bir
şairin böylesine derin sözler söylemesi yadırganmıştır. Okuma yazma bilmeyen
bir şairin ulaştığı yücelik,okuma yazma bilmeyen insanlara bir teselli bir umut
olmuş,hatta onu kendilerine daha yakın görmelerine yol
açmıştır.
Yunus’un
Tarikat Zinciri
Yunus
Emre’nin şeyhi birçok şiirde andığı Taptuk Emre’dir.Taptık Emre’nin şeyhi Barak
Baba, Barak Baba’nın şeyhi Sarı Saltuk , Sarı Saltuk’un şeyhi ise Hacı Bektaş-ı
Veli’dir. Şiirlerinden öğrendiğimize göre,Yunus Taptuk Emre’nin tekkesinde
hizmet etmiş,onun düşüncesini yaymak için gurbete çıkmış,Anadolu’yu,
Azerbaycan’ı, Kafkasya’yı dolaşmış,Şam’a gitmiştir. Taptuk’un kapısında
piştikten sonra da halkı kendi adına tarikata çağırmaya girişmiş,şeyh olmuştur.
Yunus’un
Mezarı
Mezarının
nerede olduğu kesin olarak bilinmiyor, ama bir mezarı bulunmadığı için değil,
Anadolu’nun birçok yerinde onun adına mezarlar bulunduğu için. Uzmanların
kitaplarında andıkları mezarlar şuralardadır:
1)
Bursa’da
2)
Kula
ile Salihli arasında Emre Sultan köyünde
3)
Erzurum
Palandöken dağı eteklerindeki Tuzcu köyünde
4)
Isparta’nın
Keçiborlu kasabası yakınlarındaki bir köyde
5)
Karaman’da
6)
Porsuk
suyunun, Sakarya’ya karıştığı Sarıköy’de
7)
Sivas’a
giden bir yol üzerinde
Türk halkı ermiş bellediği bu şairi öylesine
sevmiş ki ,çocuklarına,köylerine onun adını vermişler,onun adına taşlar
dikmişler,onun ağzından şiirler söylemişlerdir.
Yunus’un
Ortaya Çıkarılışı
Yunus
Emre’nin divancılarca küçümsendiğini, Alevi-Bektaşi tekkelerinde yapılan
ayinlerde okunan şeriata sığmaz şiirleri yüzünden medreselileri
öfkelendirdiğini biliyoruz. Bu gibi durumlar Yunus’un bilim dünyasına tanıtılışını geciktirdi.
13-14 yüzyıllar arasında yaşamış olan Yunus
hakkında ilk çalışmalar 20. yüzyılın başında yapıldı. Otuz yıl süren bu
araştırmalar sonucunda Yunus Emre’nin şiir alanındaki önemi anlaşılmış, bir
tarikat ulusu olmanın ötesinde, “şairliği” değerlendirilmiş,yapıtları üzerine
birçok incelemeler yapılmıştır.
Yunus’un
Düşünce Dünyası
Yunus
Emre yalnızca Tasavvufla,dinle ilgili konularda,genellikle coşkun,zaman zaman
da öğretici şiirler yazmıştır. Konuları bu çerçevenin dışına pek taşmaz. Ama
soyut bir dünya kurarak değil de ,yaşadığı somut dünyanın çağrışımlarıyla
yazdığı için,şiirleri aydınlık,sıcak,daha önemlisi,çağımızın insanına,öbür
dünya özlemiyle yanmayan,Tanrı’ya kavuşmak gibi bir sorunu bulumayan çağdaş
insanlara da cana yakın gelen,şaşırtıcı gözlem gücüyle yüklü şiirlerdir. Dinsel
konularda yazıp böylesine yaşamın içinde kalabilen,aydınlık olabilen başka şair
yoktur sanırız. Bunda bağnazlığa karşı Tasavvufun getirdiği hoşgörünün,
bağışlama, sevgi gücünün büyük etkisi bulunduğu bir gerçektir.
Yunus’un
Felsefesi
Yunus
Emre Tasavvuf felsefesi çerçevesinde düşünmüş, dünya,öbür dünya,Tanrı,dünyanın
yaratılışı, insan-Tanrı ilişkileri gibi konulara hep bu din felsefesinin
verdiği bilgilerle yaklaşmıştır. Ama şaşırtıcı gözlem gücü,bağlandığı
Tasavvuftan gelen hoşgörüsü,insan sevgisi,insana verdiği önem, bazı
düşünürlerin onu başka felsefelere yaklaştırmalarına da olanak sağlamıştır.
Örnek olarak Yunus’ta hümanizma felsefesinin özünü bulanlar vardır: İnsanı
insanla barıştırmak,kendini bilmek,başkalarından ayırmamak. Bir şair olarak
Yunus Emre’nin bağlandığı felsefe kuramını zorladığı,yaşadığı dönemde Anadolu
halkının gerçeğini,ülküsünü yansıttığı doğrudur. Ama daha ileri gitmek halkın
yanında yer almış bir şairi kendi çağrışımşarımızla donatmak,dayandığı din
felsefesini Tasavvufun dışında değerlendirmek,miskinliğinden sıyırmak bilimsel
görüşe aykırıdır.
Yunus
Emre bir şiirnde “şeriat,tarikat,marifet,hakikat” diye dört bilgi becerisinden
söz eder. Birincisi İslam dini kuralları, ikincisi tarikat kuralları, üçüncüsü
şeriatle tarikatın arasını bulmak,dördüncüsü de en yüksek bilgi,yani gerçeğin,Tanrı’nın
sırrıdır.
Biri
dış,yani Zahiri,öbürü iç,yani Batını olmak üzere iki Alem vardır. Dış dünya ile
ilgili bilimler, Zahiri bilimler,dış dünyanın varlıklarını olaylarını
anlatmaktan öteye geçemez. En yüksek bilgi derecesine,gerçeğin,yani Tanrı’nın
sırrına yönelen bilimler,iç bilimler,Batını bilimlerdir.Tanrı’ya ulaşmak
gerçeğin sırrına ermek için, bütün din dışı bilimlerden,hatta şeriat
bilimlerinden vazgeçilmelidir. Çünkü bunlar Tanrı ile kulun arasına
girer,ikiliği destekler. Aklı aşıp gönüle yönelmek,aşk yolunu seçmek gerekir.
Aşkın,yani Tanrısal aşkın,kendisi de bir bilimdir,hem de en yüksek bilim.
Görüldüğü
gibi Yunus Emre’nin bilim anlayışı yirminci yüzyıl insanının anlayışına çok
ters düşüyor. Ama sonunda ,aşk bilimiyle Tanrı’ya ulaşınca,gerçeğin sırrına
erince varılan mertebede neler elde edilecek ? Kendini bilen insanın ,en yüksek
bilgiye ulaşan insanın dünyasında din,mezhep,ulus ayrımları yok, mevki ya da
sınıf ayrımları yok.
İşte
burada ,Yunus’un özlemiyle daha doğrusu Yunus’u besleyen mistik felsefenin
özlemiyle yirmi yüzyıl insanının özlemi arasında bir benzerlik doğuyor. Şairin
birçok şiirini günümüz insanına coşkuyla okutan biraz da bu benzerliktir.
Yunus’un
Savunduğu Ahlak
Risalet-ün
Nushiyye adlı şiirinde ahlak anlayışını açıklamıştır.Yunus dayandığı mistik
felsefenin etkisiyle sabrı,katlanmayı,boyun eğmeyi, Tanrı’ya sığınmayı
savunmuştur.Günümüzün ahlak anlayışları ise boyun eğmemeyi,haksızlıklara
direnmeyi, kötülüklere karşı ayaklanmayı erdem sayar, bu dünyanın sorunlarını bu
dünyada çözmek gerektiği görüşüyle,edilginliği yerer.
Yunus’un
günümüz insanına hoş görünen ahlak anlayışı, daha çok, şiirlerinde
sergilediği,sürekli olarak yinelediği gönül kırmama ilkesidir. Bu ilkeyi
düşüncesinin kaynaklandığı Tasavvuf felsefesinin etkisiyle,şeriat kurallarının
üstünde tutar.
Şeriat
kurallarına uymayan,ya da uyamayan,uyma olanağı bulunmayan bugünkü insan için,
bu iyilik etme,gönül kırmama ahlakı,belli belirsiz bir iç rahatlığı nedenidir.
Çünkü çoğu insanda, aldığı eğitime,yaşadığı çevreye göre çok ya da az bir
dinsel suçluluk duyurusu,din kurallarına uymamanın verdiği bir tedirginlik vardır.
Yunus’un
Din Anlayışı
Dini
insanları uyuşturmak için,korkutmak,manevi bağlarla bağlamak için,yönetici
zümrelerin,sömürücü sınıfların,yarattığı,yaydığı görüşünü benimseyen
öğretilerden yana olanlar da, Yunus Emre’nin şeriata karşı sözlerinden
kendilerine yakın anlamlar çıkarabilirler. Gerçek şudur: Yunus Emre de bütün
mistikler gibi bağlı olduğu dinin ruhuna,kurallarına saygılıdır,kesinlikle karşı
değildir. Ama şeriat adamlarıyla tarikat adamları arasında sürüp giden
çekişmenin içindedir. Birinciler devletin yanında ,bağnaz, hoşgörüden
yoksun,suçlayıcılardır. İkincilerse halkın
yanında,özgür,hoşgörülü,bağışlayıcılardır.
Yunus’un
Dünya Anlayışı
Yunus
için dünya çabucak geçileverecek bir köprüdür. Dünyadaki her şey değersizdir,
dünya malına özenmemek,dünyaya bel bağlamamak gerekir. Dünyada oyalananlar
Tanrı’ya ulaşamazlar. Yunus’un bu görüşleri Tasavvuf felsefesinden kaynaklanır.
Katlanma, boyun eğme,umutlarını öbür dünyaya bağlama anlayışı düşünüşün
temelinde yatmaktadır. Ama bağlandığı felsefenin çerçevesinde de olsa dünyanın
güzelliğinden bahseder. “Dünya güzeldir, ama dünyanın güzelliğine kanmamak,bu
güzellikle fazla oyalanmamak gerekir” der .
Yunus’un
Sanatı
Sanatının
Özellikleri
Yunus
Emre, hem hece ve hem de aruz vezni ile şiirler yazmıştır; fakat onun aruzla
yazdığı şiirlerde dahi hece vezninin havası ve lezzeti vardır. Yunus Emre’yi
aruz ile yazmamış kabul etmek ne kadar yanlış ve taraflı bir tutum ise, Onu o
dönemde Farisi şairleri taklit etmek için aruzla içi boş ve şekilci bir
anlayışla şiirler yazan diğer şairlere benzetmek, bu kategoride değerlendirmek
de o kadar yanlış ve taraflı bir tutumdur.
Yunus
şiirlerini genellikle İlahi, Nefes ve Nutuk türünde yazmışsa da, kullandığı
başlıca nazım türleri arasında; Münacaat, Na’t, Miracname, Şathiye,
Nasihatname, Baharname, Vucudname, Fütüvvetname, Salatname gibi türler de yer
alır.
Yunus
Emre şiirlerinde genellikle İslami, irfani ve insani konulardan bahseder.
Allah’tan, sıfatlarından, ilahi aşktan, vahdet-i vucuttan, insanın
yaratılışından, insanın vasıflarından, zayıf ve güçlü yönlerinden,
peygamberlerden, cennet-cehennemden, dirilişten, namazdan, oruçtan, zekattan,
cinlerden, şeytandan, ayetlerden, hadislerden ...
Dili
Yunus
Emre Oğuz lehçesiyle,çağının konuşma diliyle yazmıştır. Selçuklu Devleti’nde
saray dili Farsça iken halkın konuştuğu dili seçmesi şiirlerini halk için
yazdığını gösterir. Kullandıkları sözcüklerin bütünü Türkçe değildir.
Arapça,Farsça sözcüklerde kullanmıştır.
Ayrıca Farsça dil kurallarına uyduğu ,isim, sıfat takımları kurduğu , Türkçe
sözcükleri yabancı bağlaçlarla bağladığı da görülür. Dili üzerinden tasavvufun
etkileri açıktır. Bazı sözcüklerin hem Türkçesini, hem de Arapçasını ya da
Farsçasını birlikte kullanmıştır. Bir geçiş,Bir kargaşa döneminin bütün bu
izlerine karşılık Yunus’un şiirlerinde Oğuz lehçesinin olağanüstü bir anlatım
gücüne,benzeri az görülmüş bir uyum güzelleğine ulaştığı da bir gerçektir.
YUNUS EMRE’NİN ESERLERİ
RİSALET-ÜN
NUSHİYYE( Öğütler Kitapçığı)
Mesnevi
biçiminde,aruz ölçüsüyle yazılmış olan bu şiir 573 beyittir. Başta 13 beyitlik
bir başlangıçtan sonra,kısa bir düzyazı vardır. Bu düzyazıda aklın, imanın
çeşitleri anlatılır. İnsanda toprak, su, ateş, yel niteliklerinin can ile
birleştiğine, toprak ile suyun cennet,ateş ile yelin cehennem ögeleri olduğuna
değinilir. Arkasından destanlar gelir : Ruh ve Nefis, Kanaat, Boşu yani gazab,
Sabır, Haset ,Cimrilik,Akıl. Toprak ile su iyilikleirn, ateş ile yel
kötülüklerin simgeleridir. İyilikler şunlardır : Tanrı özlemi, Tanrı’ya
güvenmek, sabır, onurunu korumak,iyi huy, cömertlik,kanaat, dürüstlük.
Kötülükler de şunlarıdr : Düzenbazlık, gösterişçilik, acelecilik, kibir,
şehvet, kıskançlık, iki yüzlülük, cimrilik, kin dedikodu Bu destanların aruz
ölçüsüyle yazılmadığını, mefailün mefailün feulun ölçüsüne uyuyorsa da, her
dizede birkaç uzatma yapmak gerektiğini, hecenin 6+5=11 ölçüsüyle yazılmış
olmalarının daha akla yakın göründüğünü söyleyenler de vardır. Öğretici, öğüt
verici bir yapıt oluşu, çağımızda geçerliği bulunmayan görüşleri savunması
yüzünden uzmanlardan başkasının pek ilgisini çekmemiş bulunan bu şiirin
sonlarındaki “söze tarih yedi yüz yediydi” hicri 707’de yani miladi 1307 ya da
1308’de yazıldığı anlaşılıyor. Abdülbaki Gölpınarlı bu şiiri ,derlediği Yunus
Emre Divanı’nın başına koymuştur.
DİVAN
Yunus’un
sağlığında düzenlenen divanı bulunamamıştır. Eldeki divanlar çeşitli
yazmalardan şiirlerin derlenip bir araya getirilmesiyle düzenlenmiştir. 1904’de
birinci, 1924’te ikinci basımları yapılan Divan-ı Aşık Yunus Emre’den sonra,
1933-34 yıllarında Burhan Toprak Yunus Emre divanı’nı üç cilt olarak yayımladı.
1943’te iki cilt olarak basımını yaptırdı. Yine 1943’te bilimsel bir çalışmaya
dayanan ilk Yunus Emre Divanı’nı Abdülbaki Gölpınarlı yayımladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder