10 Mayıs 2015 Pazar

YUNUS EMRE

  YUNUS EMRE (ö. 720/1320 [?])
Mutasavvıf Türk şairidir.
Yunus Emre’nin nerede doğduğu,yaşadığı kesinlikle bilinmiyor. Bektaşi Vilayetnamesi’ne dayanarak bazı uzmanlar onun Sakarya çevresinde Sarıköy’de doğduğunu söylerler. Şeyhi Taptuk Emre’nin de Sakarya dolaylarında yaşamış olması Vilayetname’deki bu kaydı doğrulamaktadır. Son yıllarda bazı uzmanlar bu görüşe karşı çıkmışlar,yeni belgelere dayanarak Yunus Emre’nin Karaman’da doğup büyüdüğünü mezarının da orada olduğunu savunmuşlardır.
Uçmak uçmağın dediğin müminleri yeltediğin
Bir ev ile birkaç huri hevesim yok koçmağ için

Bundan dahi verdin bize oğul u kız çift-ü halal
Andan dahi geçti arzum benim ahım didar için

Bu şiirden Yunus’un iki karısı, oğulları,kızları olduğunu anlıyoruz. Onun Karaman’da doğup yaşadığını söyleyen uzmanlar bazı belgeler çıkarıp savundular. Bunlar :

Yunus Emre’nin ailesi Karaman’a Horasan’dan gelmiş,yerleşip kendi adlarına bir köy kurmuşlardır. Babasının adı İsmail’dir. Yunus göçten çok daha sonra,Karaman’da dünyaya gelmiştir.Kendisi Kirişçi Baba olarak tanınmış,oğullarından birine de İsmail adını koymuştur.

ÖĞRENİMİ

Yunus’un “ümmi” olduğu, yani okuma yazma bilmediği üzerine bir menkıbe vardır. Ayrıca kendi de şiirlerinde okuma yazma bilmediğinden bahseder. Bunlara dayanarak halk arasında Yunus’un öğrenim görmemiş, okuma yazma bile bilmeyen bir kimse olduğu inancı yayılmıştır. Halkın büyük bir kısmı okuma yazma bilmediği, ağızdan ağıza geçen sözlü bir kültürün egemenliğinde yaşadığı için öğrenim görmemiş bir şairin böylesine derin sözler söylemesi yadırganmıştır. Okuma yazma bilmeyen bir şairin ulaştığı yücelik,okuma yazma bilmeyen insanlara bir teselli bir umut olmuş,hatta onu kendilerine daha yakın görmelerine yol 
açmıştır.  
Yunus’un Tarikat Zinciri

Yunus Emre’nin şeyhi birçok şiirde andığı Taptuk Emre’dir.Taptık Emre’nin şeyhi Barak Baba, Barak Baba’nın şeyhi Sarı Saltuk , Sarı Saltuk’un şeyhi ise Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Şiirlerinden öğrendiğimize göre,Yunus Taptuk Emre’nin tekkesinde hizmet etmiş,onun düşüncesini yaymak için gurbete çıkmış,Anadolu’yu, Azerbaycan’ı, Kafkasya’yı dolaşmış,Şam’a gitmiştir. Taptuk’un kapısında piştikten sonra da halkı kendi adına tarikata çağırmaya girişmiş,şeyh olmuştur.

Yunus’un Mezarı
Mezarının nerede olduğu kesin olarak bilinmiyor, ama bir mezarı bulunmadığı için değil, Anadolu’nun birçok yerinde onun adına mezarlar bulunduğu için. Uzmanların kitaplarında andıkları mezarlar şuralardadır:
1)      Bursa’da
2)      Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyünde
3)      Erzurum Palandöken dağı eteklerindeki Tuzcu köyünde
4)      Isparta’nın Keçiborlu kasabası yakınlarındaki bir köyde
5)      Karaman’da
6)      Porsuk suyunun, Sakarya’ya karıştığı Sarıköy’de
7)      Sivas’a giden bir yol üzerinde
 Türk halkı ermiş bellediği bu şairi öylesine sevmiş ki ,çocuklarına,köylerine onun adını vermişler,onun adına taşlar dikmişler,onun ağzından şiirler söylemişlerdir.

Yunus’un Ortaya Çıkarılışı
Yunus Emre’nin divancılarca küçümsendiğini, Alevi-Bektaşi tekkelerinde yapılan ayinlerde okunan şeriata sığmaz şiirleri yüzünden medreselileri öfkelendirdiğini biliyoruz. Bu gibi durumlar Yunus’un  bilim dünyasına tanıtılışını geciktirdi. 13-14 yüzyıllar arasında yaşamış olan Yunus  hakkında ilk çalışmalar 20. yüzyılın başında yapıldı. Otuz yıl süren bu araştırmalar sonucunda Yunus Emre’nin şiir alanındaki önemi anlaşılmış, bir tarikat ulusu olmanın ötesinde, “şairliği” değerlendirilmiş,yapıtları üzerine birçok incelemeler yapılmıştır.

Yunus’un Düşünce Dünyası

Yunus Emre yalnızca Tasavvufla,dinle ilgili konularda,genellikle coşkun,zaman zaman da öğretici şiirler yazmıştır. Konuları bu çerçevenin dışına pek taşmaz. Ama soyut bir dünya kurarak değil de ,yaşadığı somut dünyanın çağrışımlarıyla yazdığı için,şiirleri aydınlık,sıcak,daha önemlisi,çağımızın insanına,öbür dünya özlemiyle yanmayan,Tanrı’ya kavuşmak gibi bir sorunu bulumayan çağdaş insanlara da cana yakın gelen,şaşırtıcı gözlem gücüyle yüklü şiirlerdir. Dinsel konularda yazıp böylesine yaşamın içinde kalabilen,aydınlık olabilen başka şair yoktur sanırız. Bunda bağnazlığa karşı Tasavvufun getirdiği hoşgörünün, bağışlama, sevgi gücünün büyük etkisi bulunduğu bir gerçektir.

Yunus’un Felsefesi
Yunus Emre Tasavvuf felsefesi çerçevesinde düşünmüş, dünya,öbür dünya,Tanrı,dünyanın yaratılışı, insan-Tanrı ilişkileri gibi konulara hep bu din felsefesinin verdiği bilgilerle yaklaşmıştır. Ama şaşırtıcı gözlem gücü,bağlandığı Tasavvuftan gelen hoşgörüsü,insan sevgisi,insana verdiği önem, bazı düşünürlerin onu başka felsefelere yaklaştırmalarına da olanak sağlamıştır. Örnek olarak Yunus’ta hümanizma felsefesinin özünü bulanlar vardır: İnsanı insanla barıştırmak,kendini bilmek,başkalarından ayırmamak. Bir şair olarak Yunus Emre’nin bağlandığı felsefe kuramını zorladığı,yaşadığı dönemde Anadolu halkının gerçeğini,ülküsünü yansıttığı doğrudur. Ama daha ileri gitmek halkın yanında yer almış bir şairi kendi çağrışımşarımızla donatmak,dayandığı din felsefesini Tasavvufun dışında değerlendirmek,miskinliğinden sıyırmak bilimsel görüşe aykırıdır.
Yunus Emre bir şiirnde “şeriat,tarikat,marifet,hakikat” diye dört bilgi becerisinden söz eder. Birincisi İslam dini kuralları, ikincisi tarikat kuralları, üçüncüsü şeriatle tarikatın arasını bulmak,dördüncüsü de en yüksek bilgi,yani gerçeğin,Tanrı’nın sırrıdır.
Biri dış,yani Zahiri,öbürü iç,yani Batını olmak üzere iki Alem vardır. Dış dünya ile ilgili bilimler, Zahiri bilimler,dış dünyanın varlıklarını olaylarını anlatmaktan öteye geçemez. En yüksek bilgi derecesine,gerçeğin,yani Tanrı’nın sırrına yönelen bilimler,iç bilimler,Batını bilimlerdir.Tanrı’ya ulaşmak gerçeğin sırrına ermek için, bütün din dışı bilimlerden,hatta şeriat bilimlerinden vazgeçilmelidir. Çünkü bunlar Tanrı ile kulun arasına girer,ikiliği destekler. Aklı aşıp gönüle yönelmek,aşk yolunu seçmek gerekir. Aşkın,yani Tanrısal aşkın,kendisi de bir bilimdir,hem de en yüksek bilim.
Görüldüğü gibi Yunus Emre’nin bilim anlayışı yirminci yüzyıl insanının anlayışına çok ters düşüyor. Ama sonunda ,aşk bilimiyle Tanrı’ya ulaşınca,gerçeğin sırrına erince varılan mertebede neler elde edilecek ? Kendini bilen insanın ,en yüksek bilgiye ulaşan insanın dünyasında din,mezhep,ulus ayrımları yok, mevki ya da sınıf ayrımları yok.
İşte burada ,Yunus’un özlemiyle daha doğrusu Yunus’u besleyen mistik felsefenin özlemiyle yirmi yüzyıl insanının özlemi arasında bir benzerlik doğuyor. Şairin birçok şiirini günümüz insanına coşkuyla okutan biraz da bu benzerliktir.

Yunus’un Savunduğu Ahlak
Risalet-ün Nushiyye adlı şiirinde ahlak anlayışını açıklamıştır.Yunus dayandığı mistik felsefenin etkisiyle sabrı,katlanmayı,boyun eğmeyi, Tanrı’ya sığınmayı savunmuştur.Günümüzün ahlak anlayışları ise boyun eğmemeyi,haksızlıklara direnmeyi, kötülüklere karşı ayaklanmayı erdem sayar, bu dünyanın sorunlarını bu dünyada çözmek gerektiği görüşüyle,edilginliği yerer.
Yunus’un günümüz insanına hoş görünen ahlak anlayışı, daha çok, şiirlerinde sergilediği,sürekli olarak yinelediği gönül kırmama ilkesidir. Bu ilkeyi düşüncesinin kaynaklandığı Tasavvuf felsefesinin etkisiyle,şeriat kurallarının üstünde tutar. 
Şeriat kurallarına uymayan,ya da uyamayan,uyma olanağı bulunmayan bugünkü insan için, bu iyilik etme,gönül kırmama ahlakı,belli belirsiz bir iç rahatlığı nedenidir. Çünkü çoğu insanda, aldığı eğitime,yaşadığı çevreye göre çok ya da az bir dinsel suçluluk duyurusu,din kurallarına uymamanın verdiği  bir tedirginlik vardır.

Yunus’un Din Anlayışı

Dini insanları uyuşturmak için,korkutmak,manevi bağlarla bağlamak için,yönetici zümrelerin,sömürücü sınıfların,yarattığı,yaydığı görüşünü benimseyen öğretilerden yana olanlar da, Yunus Emre’nin şeriata karşı sözlerinden kendilerine yakın anlamlar çıkarabilirler. Gerçek şudur: Yunus Emre de bütün mistikler gibi bağlı olduğu dinin ruhuna,kurallarına saygılıdır,kesinlikle karşı değildir. Ama şeriat adamlarıyla tarikat adamları arasında sürüp giden çekişmenin içindedir. Birinciler devletin yanında ,bağnaz, hoşgörüden yoksun,suçlayıcılardır. İkincilerse halkın yanında,özgür,hoşgörülü,bağışlayıcılardır.

Yunus’un Dünya Anlayışı

Yunus için dünya çabucak geçileverecek bir köprüdür. Dünyadaki her şey değersizdir, dünya malına özenmemek,dünyaya bel bağlamamak gerekir. Dünyada oyalananlar Tanrı’ya ulaşamazlar. Yunus’un bu görüşleri Tasavvuf felsefesinden kaynaklanır. Katlanma, boyun eğme,umutlarını öbür dünyaya bağlama anlayışı düşünüşün temelinde yatmaktadır. Ama bağlandığı felsefenin çerçevesinde de olsa dünyanın güzelliğinden bahseder. “Dünya güzeldir, ama dünyanın güzelliğine kanmamak,bu güzellikle fazla oyalanmamak gerekir” der .
Yunus’un Sanatı

Sanatının Özellikleri

Yunus Emre, hem hece ve hem de aruz vezni ile şiirler yazmıştır; fakat onun aruzla yazdığı şiirlerde dahi hece vezninin havası ve lezzeti vardır. Yunus Emre’yi aruz ile yazmamış kabul etmek ne kadar yanlış ve taraflı bir tutum ise, Onu o dönemde Farisi şairleri taklit etmek için aruzla içi boş ve şekilci bir anlayışla şiirler yazan diğer şairlere benzetmek, bu kategoride değerlendirmek de o kadar yanlış ve taraflı bir tutumdur.
Yunus şiirlerini genellikle İlahi, Nefes ve Nutuk türünde yazmışsa da, kullandığı başlıca nazım türleri arasında; Münacaat, Na’t, Miracname, Şathiye, Nasihatname, Baharname, Vucudname, Fütüvvetname, Salatname gibi türler de yer alır.
Yunus Emre şiirlerinde genellikle İslami, irfani ve insani konulardan bahseder. Allah’tan, sıfatlarından, ilahi aşktan, vahdet-i vucuttan, insanın yaratılışından, insanın vasıflarından, zayıf ve güçlü yönlerinden, peygamberlerden, cennet-cehennemden, dirilişten, namazdan, oruçtan, zekattan, cinlerden, şeytandan, ayetlerden, hadislerden ...


Dili

Yunus Emre Oğuz lehçesiyle,çağının konuşma diliyle yazmıştır. Selçuklu Devleti’nde saray dili Farsça iken halkın konuştuğu dili seçmesi şiirlerini halk için yazdığını gösterir. Kullandıkları sözcüklerin bütünü Türkçe değildir. Arapça,Farsça  sözcüklerde kullanmıştır. Ayrıca Farsça dil kurallarına uyduğu ,isim, sıfat takımları kurduğu , Türkçe sözcükleri yabancı bağlaçlarla bağladığı da görülür. Dili üzerinden tasavvufun etkileri açıktır. Bazı sözcüklerin hem Türkçesini, hem de Arapçasını ya da Farsçasını birlikte kullanmıştır. Bir geçiş,Bir kargaşa döneminin bütün bu izlerine karşılık Yunus’un şiirlerinde Oğuz lehçesinin olağanüstü bir anlatım gücüne,benzeri az görülmüş bir uyum güzelleğine ulaştığı da bir gerçektir.
                                            YUNUS EMRE’NİN ESERLERİ

                                    RİSALET-ÜN NUSHİYYE( Öğütler Kitapçığı)
Mesnevi biçiminde,aruz ölçüsüyle yazılmış olan bu şiir 573 beyittir. Başta 13 beyitlik bir başlangıçtan sonra,kısa bir düzyazı vardır. Bu düzyazıda aklın, imanın çeşitleri anlatılır. İnsanda toprak, su, ateş, yel niteliklerinin can ile birleştiğine, toprak ile suyun cennet,ateş ile yelin cehennem ögeleri olduğuna değinilir. Arkasından destanlar gelir : Ruh ve Nefis, Kanaat, Boşu yani gazab, Sabır, Haset ,Cimrilik,Akıl. Toprak ile su iyilikleirn, ateş ile yel kötülüklerin simgeleridir. İyilikler şunlardır : Tanrı özlemi, Tanrı’ya güvenmek, sabır, onurunu korumak,iyi huy, cömertlik,kanaat, dürüstlük. Kötülükler de şunlarıdr : Düzenbazlık, gösterişçilik, acelecilik, kibir, şehvet, kıskançlık, iki yüzlülük, cimrilik, kin dedikodu Bu destanların aruz ölçüsüyle yazılmadığını, mefailün mefailün feulun ölçüsüne uyuyorsa da, her dizede birkaç uzatma yapmak gerektiğini, hecenin 6+5=11 ölçüsüyle yazılmış olmalarının daha akla yakın göründüğünü söyleyenler de vardır. Öğretici, öğüt verici bir yapıt oluşu, çağımızda geçerliği bulunmayan görüşleri savunması yüzünden uzmanlardan başkasının pek ilgisini çekmemiş bulunan bu şiirin sonlarındaki “söze tarih yedi yüz yediydi” hicri 707’de yani miladi 1307 ya da 1308’de yazıldığı anlaşılıyor. Abdülbaki Gölpınarlı bu şiiri ,derlediği Yunus Emre Divanı’nın başına koymuştur. 
                                                                DİVAN
Yunus’un sağlığında düzenlenen divanı bulunamamıştır. Eldeki divanlar çeşitli yazmalardan şiirlerin derlenip bir araya getirilmesiyle düzenlenmiştir. 1904’de birinci, 1924’te ikinci basımları yapılan Divan-ı Aşık Yunus Emre’den sonra, 1933-34 yıllarında Burhan Toprak Yunus Emre divanı’nı üç cilt olarak yayımladı. 1943’te iki cilt olarak basımını yaptırdı. Yine 1943’te bilimsel bir çalışmaya dayanan ilk Yunus Emre Divanı’nı Abdülbaki Gölpınarlı yayımladı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder