HACI BEKTAŞ-I
VELİ (ö. 669/1271 [?])
Bektaşîlik tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Türkmen şeyhi.
Bektaşîlik tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Türkmen şeyhi.
Asıl
adı Mehmed’dir. Bektaş mahlasıdır. Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur.
Annesi ve babası Türk soyundandır. Annesi Şeyh Ahmet’in kızı Hatem Hatun,babası
Seyyid Sultan İbrahim Sani’dir.
Doğum
ve ölüm tarihi ihtilaflıdır. Bazı kaynaklar doğum ve ölüm tarihi olarak (1248-1337) miladi tarihlerini gösterirlerken,bazıları
da (1209-1271) tarihlerini kaydetmektedirler. Bunların birincileri, Hacı Bektaş
Veli’nin Anadolu’ya geliş yılı olarak 1270-1280 yıllarını göstermektedirler.
Hacı
Bektaş’ı babası İbrahim Sani, o zaman Nişabur’un en meşhur alimi ve Ahmet Yesevi
dervişlerinden olan Lokman-ı Perende’ye Lokman-ı Horasani de denir.
Lokman
Perende zahir ve batı ilimlerini Hacı Bektaş’a öğretti. Üstün zeka ve
kabiliyeti sebebiyle kısa zamanda çok şey öğrenen Hacı Bektaş, hocasının da
izni ile masivayı terk ile uzlete ve riyazata meyletmiştir.
Lokman
Perende’den zamanın bütün zahir ve batın ilimleri ile Hoca Ahmet Yesevi
Hazretleri’nin yolunu ve tarikatını öğrendikten ve riyazat ve uzlet ile de
bellibaşlı mesafeleri katettikten sonra , Nişabur şehri ilim muhiti kendisine
dar gelmeye başlamıştır. O devrin yaygın olan kanaatine göre,ilmin yarısı
seyahatte idi . Bu kurala uyarak, Şeyh’inin de müsaadesiyle Bedahşan şehrine
gitti.
Anadolu’ya
Gelirken Gezdiği Yerler
Türkistan’dan gelen Hacı Bektaş Velî,
Türklerin yoğun olduğu Anadolu’yu gezmiş, Türk gelenek ve göreneklerinden
korunabilenleri birer birer tespit etmiştir. Bunları, Sulucakarahöyük’te kurmuş
olduğu ilim yuvasında, İslâm inancı ve Türk kültürü ile yoğurarak birleştirmiş,
ileri sürdüğü düşüncelerini, bu birleşiğin üzerine yerleştirmiş ve burada
öğrenci yetiştirmeye başlamıştır.
Hacı Bektaş Velî’nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya’da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.
Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş Velî’nin, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat’a gittiği ve buralardaki “Ehl-i Beyt” imâmlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâ’be’ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş Velî’nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğrayarak, daha sonra Sulucakarahöyük’e yerleştiği de anlatılmaktadır.
Hacı Bektaş Velî’nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya’da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş Velî’nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.
Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş Velî’nin, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat’a gittiği ve buralardaki “Ehl-i Beyt” imâmlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâ’be’ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş Velî’nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğrayarak, daha sonra Sulucakarahöyük’e yerleştiği de anlatılmaktadır.
Hacı
Bektaş Veli Evlendi mi ?
Bu
konu Bektaşiler arasında ihtilaflı olan konuların başında gelmektedir. Bu
itibarla da önemli bir konudur. Çünkü tarikat mensuplarının iki ana kola
ayrılmasında, Hazret-i Pir’in evlenip evlenmediği görüşü etkili olmaktadır.
Tarikat-ı
Alliye-i Bektaşiye namında bir kitap yazmış bulunan Münci Baba, Hazret-i Pir’in
evliliği konusunda şunları söyler :
-Benim
Pirim müteehhil “evli” idi ve hala nesli aliyyesi bihamdillah payidardır.
Muhterem eşleri ise, Kutlu Melek,Kadıncık Ana denilmekle maruf (FATMA,NURİYE)
nam hatun-u mübarektir. Fatma Hatun İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir
hanımdır. Her ikisi de Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ye ilk intisâb edenlerdendir.
Hacı Bektaş Velî, Kadıncık Ana’yı kendisine mânevî evlât edinmiştir.
Bektaşilerin bir bölümü özellikle de Arnavut
asıllı olanlar , Hazret-i Pir’in hiç evlenmediği kanaatindedirler. Buna
mücerredlik denilmektedir. Bu görüşte olan Dede ve Baba’lar da Pir’e hürmeten
evlenmezler Bunlara da mücerred baba veya dede denir.
Ansiklopediler,
bilimsel eserler, birçok yazılı kaynaklar Hacı Bektaş Velî’nin evlenmemiş
(Mücerred) olduklarını yazar.
Hacı
Bektaş Veli’nin Şeçeresi
Hacı
Bektaş Veli Türkistanlıdır.Babası da dedesi de Türktür. Bunda hiçbir tereddüt
yoktur.Bunun böyle olmasına ve böylece bilinmesine rağmen,Bektaşiler arasında,
O’nun “seyyid” olduğuna inanılır. Bunun münakaşası dahi yapılmaz.
Velayetname’de
babası, lakabı İbrahim Sani olan Seyyid Muhammed, O’nun babası Musa Sani ve
O’nun da babası İbrahim mükerremül Mücab olarak zikredilmekte ve İbrahim
Mükerremül Mücab’ın Sultan-ı Horasan İmam-ı Ali Rıza’nın ana-ata bir küçük
kardeşi olduğu İmam Ali Rızanın da Musa Kazım hazretlerinin evladı olduğu
belirtilmektedir.
Yine
Velayetname’ye göre, İmam Musa Kazım Hazretlerinin 39 oğlu vardır.Bunlardan 16
tanesi lakaplı, yani Musa Kazım Hazretleri’ne nispet edilerek söylenen isimleri
vardı,diğerleri ise lakapsızdı. Musa Kazım Hazretleri’nin kız çocuklarının
sayısı ise 19’dur.
İşte
Hacı Bektaş Veli de bu lakapsız olan evlatlarından gelmektedir, şeklinde bir
telakki vardır.
Bektaşiler
arasında Hacı Bektaş Veli’nin “şecere” si olarak sayılan bir silsile vardır.
Biz bunun, O’nun soyunu gösteren bir şecere olmaktan çok,tarikat olarak bağlı
olduğu kabul edilen bir silsile olabileceği kanaatini taşıyoruz.
Tarikat
silsilesi, tarikatın Hazret-i Peygamberden, bilinen ve bağlanılan şeyhe nasıl
geldiğini ,kimden kime geçmek süretiyle geldiğini gösteren bir soy kütüğüdür.
Bektaşi
kaynakları, Hacı Bektaş Veli’yi yedinci “imam” olarak bilinen Musa Kazım
Hazretleri’nin soyundan geldiğini yazarlar ki, Musa Kazım Hazretleri, Cafer-i
Sadık Hazretleri’nin oğludur.
Lakapları
Hacı
Bektaş Veli,diğer din ve devlet büyükleri gibi çeşitli sıfat ve lakaplarla da
anılmıştır. Bunların en bellibaşlıları : Hünkar, Hazret-i Pir, Gaziler Serdarı
, Alp Erenler Serçeşmesi…dir.
Hacı
Bektaş Veli’nin Ölümü ve Mezarı
Miladi
1337 tarihinde Hacıbektaş ilçesindeki, halen medfin bulunduğu yerde vefat eden
Hünkar Hacı Bektaş Veli Hazretleri geleneğe uyularak ,tekkesinin içine
defnedilmiştir. Kaynaklar,buranın Hazret’in kendi evi olduğunu
kaydetmektedirler.
Hazret-i
Pir’in hayatta iken,aynı zamanda ev olarak da kullandığı dergah bugün bir türbe
olarak bulunmakta ve bu türbe içinde kendi soyundan gelen ve “Çelebi” olarak
adlandırılan kişilerin mezarlarını da muhafaza etmektedir. Kültür Bakanlığı’na
bağlı “müze” olarak muhafaza edilen dergahta tarikata ait hatıra eşya ile , tekkelerin
açık oduğu devirde kullanılmakta olan bir kısım eşyaların da sergilendiği bir
yer olarak ziyaretçilerine kapısı açık olarak beklemektedir.
Hacı
Bektaş Veli’nin Kerametleri
Hünkar
Hacı Bektaş ile ilgili kerametler Diyanet İşleri Bakanlığı Kütüphanesi’nde 714
numarada kayıtlı Derviş Hamdi İbn-i Hacı Hüseyin tarafından istinsah
edilen “Velayetname-i Hazret-i Hünkar
Hacı Bektaş el Horasani adlı yazma nüshadan alınmıştır. Pek çok olan
kerametlerinden sadece üçünü burada naklediyoruz.
1)
Hünkar
adı nereden geliyor ?
2)
Arafat’a
Giden Bir Tepsi Bişi
3)
Hünkar
Hacı Bektaş Veli’nin Darı üzerinde namaz kılması
Halifeleri
Hünkâr
Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini
alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere
yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib
edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış,
otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr’ın
huzûrunda hizmette bulunurdu.
Hünkâr,
âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr’ca daha evvel tesbit edilen
yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık
Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ
Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır
Sâmit v.s. idi.
ESERLERİ
MAKALAT
Makalat
tasavvufi nitelikli bir eserdir. “ dört kapı” ve “kırk makam”ı açıklamak
amacıyla yazılmıştır. Makâlât’ta; tasavvuftan, kalp ahvalinden, zâhid, ârif ve
muhiblerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile
getirilmektedir. Makâlât’ın ilgi çeken en önemli hususu, düşüncelerin Kur’ân-ı
Kerîm’in âyetlerine ve Hz.Peygamber’in Hadîs-i şeriflerine dayandırılmış
olmasıdır. Bazı bölümlerinde, konular sadece âyetler zikredilerek anlatılmaya
çalışılmıştır. “Dört kapı’dan maksat,
“şeriat”, “tarikat”, “ma’rifet”, “hakikat” kavramlarıdır. “Kırk makam” da bu
kapılardan girilerek katedilecek kırk adet merdiven basamağıdır. Hacı Bektaş
Veli ,burada bu kapıları aralayarak her birindeki onar makamın neler olduğunu
ve her makamdan bir sonraki makama ulaşmak için neler yapmak gerektiğini
anlatmaktadır.
Eser
esasen bunları açıklamak maksadıyla meydana getirilmiştir. Bu kısımdan sonra bu
onar makamın neler olduğu tek tek ele alınmaktadır. Ancak Makalat’ın tamamı
bundan ibaret değildir Onda başka konularda ele alınmıştır. Makalat’ın tamamı
bir mukaddime ile on bir babdan meydana gelmiştir. 8 ayrı bölümü vardır.
Sekiz ayrı bölümden
oluşan Makâlât’ın, birinci bölümünde; “Anâsır-ı Erbaa”, yani; hava, su, toprak
ve ateş’ten ibaret dört unsura bağlı olarak, dört çeşit Müslüman imajı tipi
bulunduğundan bahisle, bunların sırasıyla; Âbidler, Zâhidler, Marifet Ehli ve
Muhibler olduğu belirtilir.
Hünkâr
Hacı Bektaş Velî Makâlât’ta; İslâm dîninin îman, ibâdet ve ahlâk konularına yer
vermiş, ele aldığı konuları âyet ve hadîslerin ışığında ve onlarla
destekleyerek incelemiştir. İyi bir Müslüman olabilmek ve Allah’ın rızâsına
erebilmek için dikkat edilmesi gereken hususları, dört ana başlık ve her birini
de on alt başlık halinde sıralamış, kendi üslubu ile de dört kapı, kırk makam olarak
ifade etmiştir.
Şimdi
dört kapı, kırk makam olarak ele alınan konuları sıralamaya çalışalım. Şerîat,
Tarîkat, Marifet ve Hakikat olarak isimlendirilen dört kapının makamları da
aşağıdaki şekilde sıralanmıştır
Kısa
mukaddimede besmele ,hamdele ve salveleden sonra eseri sahibi olan Hacı
Bektaş-ı Veli’yi medheden bir giriş bulunmaktadır. Burası muhtemelen mütercim
tarafından yazılmıştır.
Kitabü’l-Fevaid
Bu
eserin başında Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu onun tarafından yazıldığı ve
Fevaid isminin onun tarafından verildiği belirtilmekte,ancak eserin muhtevası
üçüncü bir şahış ağzıyla anlatılmaktadır..
M.Fuat
Köprülü yazdığı bir makalede bu Farsça eserin iki nüshasını gördüğünü belitmiş,
ancak nerede olduklarını ve özellikleri hakkında bilgi vermemiştir. Abdülbaki
Gölpınarlı, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki nüshanın yanında başka bir
nüshadan bahsetmekte ,ancak nerede olduğu ve özellikleri hakkında bilgi
vermemektedir. Muhtevası Makalat’la benzerlikler taşımaktadır. Ancak eldeki bu
nüshada, Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra yaşamış bazı kimselerin de sözleri yer
almaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait olan bu esere sonradan müstensihler bazı
ilaveler yapmış olmalıdır.
Fatiha Süresi Tefsiri
M.
Fuat Köprülü Baha Said Bey’in kendisine, yanan TİRE kütüphanesi’nde Hacı Bektaş
Veli’ye ait bir Fatiha Süresi Tefsiri olduğunu söylediğini nakleder.
Hacı
Bektaş-ı Veli’nin Nasihatleri
Dedemoğlu
isimli birisi tarafından yazılmış Akaid-i Tarikat isimli bir risalenin
arkasında , “Hacı Bektaş’ın emanetleri” başlığı altında bazı nasihatler ve
tavsiyeler yazılmıştır. Ayrıca İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi 891 no.da
kayıtlı bir mecmua içinde eksik bir Hacı Bektaş Nasayihi bulunmaktadır.
Besmele Şerhi
Manisa
İl Halk Kütüphanesi’nde 3536 no.da “Kitab-ı Tefsir-i Besmele Maa Makalat-ı Hacı
Bektaş Rahmetu’llah yazılı bir risale vardır. Cafer b. Hasan tarafından
istinsah edilmiş olan 30 varaklık bu risale Rüştü Şardağ tarafından günümüz
diline çevrilerek yayımlanmıştır.( Hacı Bektaş Veli, Besmele Tefsiri) Tefsir-i Besmele
Hacı Bektaş-ı
Veli’ye Atfedilen Diğer Bazı Eserler
Abdülbaki
Gölpınarlı, Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait olduğunu bildirdiği bazı eserlerden
bahseder . Ona göre, Hacı Bektaş-ı Velinin iki sayfalık bir şathiyesi vadır.
Bunu 1680 yılında Enveri mahlaslı Hurufi ve Nakşi bir yazar, manzum ve mensur
olarak şerhetmiştir. Ancak o, ne şathiyenin, ne de Tuhfetü’s-Salikin isimli
şerhin bulunduğu yeri söylemektedir. Bu bakımdan böyle bir şathiyenin varlığı
sadece yazılı olarak bilinmektedir.
Yine
Abdülbaki Gölpınarlı Darü’l Fünün Edebiyat Fakültesi reisü’l müderrisini Mahmut
Bey Baba’ya ait bir mecmuada Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait bir Hadis-i Erbain Şerhi
gördüğünü ve kendisinin de bunu istinsah ettiğini yazar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder