10 Mayıs 2015 Pazar

YERYÜZÜNDEKİ İKLİM TİPLERİ VE ÖZELLİKLERİ



YERYÜZÜNDEKİ BAŞLICA İKLİM TİPLERİ


Dünya'nın hemen her bölgesinin kendine özgü bir iklimi bulunmaktadır. Yüzlerce km² lik sahaları etkileyen büyük iklim gruplarına makroklima adı verilmektedir.


Makroklimalar içerisinde bölgesel farklılıklar gösteren, özel koşullu küçük iklim alanlarına da mikroklima denilmektedir.


Yurdumuzda buna örnek: Iğdır’da pamuk tarımı yapılabilmesi ve Rize’de turunçgiller tarımı yapılabilmesidir.


EKVATORAL İKLİM





10º kuzey ve güney enlemleri arasında görülür.. Özellikle Amazon ve Kongo Havzaları, Malezya , Endonezya, Filipinler ve Papua Yeni Gine’de etkilidir.


Yıllık sıcaklık ortalaması 25 °C’nin üstündedir.


Yıllık ve günlük sıcaklık farkı en az olan iklimdir (1-2 °C civarında). Sebepleri : Güneş ışınlarının bütün yıl dike yakın açıyla düşmesi ve nemliliğin fazla olmasıdır.


Her mevsim düzenli yağış alır. Fakat en fazla yağış güneş ışınlarının Ekvatora dik geldiği tarihlerde görülür. Sebebi; yükselici hava hareketlerinin artmasıdır.


Yağışlar oluşum bakımından konveksiyon yağışlarına örnektir.


Yıllık yağış miktarı 2000 mm ‘nin üstündedir.


Bitki örtüsü bütün yıl yeşil kalan sık ve uzun boylu yağmur ormanlarıdır.


Yağışların fazla olması ve yüksek sıcaklık kimyasal çözülmeyi artırmıştır.


Topraklar fazla yıkandığı için verimi düşüktür ve kırmızı renkli Laterit topraklarıdır.


Ekvatoral bölgede 1000 m nin altındaki yerlerde sık orman örtüsü, bataklıklar, yüksek sıcaklık ve nem sebebiyle nüfus çok seyrektir.


SUBTROPİKAL (SAVAN) İKLİMİ





Ekvatoral iklim ile çöl iklimi arasında görülür (10-20° kuzey ve güney enlemleri arasında görülür)


Bu iklim bölgesinde güneş ışınları yılda iki kez dik açıyla düşer. Güneş ışınlarının dik geldiği yaz dönemi yağışlı , kışlar kuraktır.


Sıcaklık ortalaması bütün yıl 20 °C nin üstündedir.


Yıllık yağış miktarı 1000-1200 mm arasındadır.


Bitki örtüsü savandır. Savanlar uzun süre yeşil kalan , gür ve uzun boylu ot topluluklarıdır. Savan bitki örtüsü içinde yer altı sularının yüzeye çıktığı yerlerde ve akarsu boylarında ormanlar görülür.


MUSON İKLİMİ





Muson rüzgarlarının etkili olduğu Güney, ve Güneydoğu Asya’da etkilidir. Ayrıca; Avustralya'nın kuzeyinde ve Doğu Afrika'da Madagaskar adasında etkilidir.


Muson rüzgarlarından dolayı bu iklimde yaz mevsimi yağışlı , kışlar kuraktır. Bu yönüyle savan iklimi ile benzerlik gösterir.


Sıcaklık ortalaması bütün yıl 10 °C nin üstündedir.


Yıllık sıcaklık farkı Savan iklimine göre fazladır.


Yıllık yağış miktarı 1000-1500 mm civarındadır. Ancak kıyı kesimlerde bu yağış miktarı çok daha fazla olabilmektedir. Örnek Hindistan’ın kuzey doğusunda yer alan Çerapunçi 12000 mm yağış almaktadır (Dünyanın en fazla yağış alan yeridir).


Bitki örtüsü kışın yaprağını döken geniş yapraklı muson ormanlarıdır.


ÇÖL İKLİMLERİ


Yıllık yağış miktarı 150 mm nin altında olan bölgelerde çöl iklimleri görülür.


Sıcak Çöller ( Tropikal)





Dönenceler çevresinde görülür. Oluşmasında dünyanın günlük hareketinden kaynaklanan dinamik yüksek basınç etkilidir.


Mutlak ve bağıl nem çok düşüktür. Bu sebeple günlük sıcaklık farkı en fazla olan iklimdir.


Belirli bir yağış mevsimi yoktur. Bazı yıllar hiç yağış olmayabilir.


Mekanik çözülmenin en fazla olduğu iklimdir.


Yıllık sıcaklık farkı günlük sıcaklık farkı kadar yüksek değildir. Çünkü güneş ışınları bu alanlara yıl boyunca dike yakın açıyla düşmektedir.


Bitki örtüsü yok denecek kadar azdır. Cılız ot ve çalılıklarla kaktüs iklimin doğal bitki örtüsünü oluştururlar.


Çöllerde yer altı su seviyesinin yüzeye yakın olduğu veya çıktığı yerler olan vahalar canlı yaşamı için elverişli yerleri oluşturur. Vahaların en önemli tarım ürünü hurmadır.


Karasal Çöl


Ilıman kuşak kara içlerinde etrafı dağlarla çevrili çukur alanlarda görülür. Buralarda çöl özellikleri görülme sebebi yağış azlığıdır.


Görüldüğü yerler: Kızılkum (Özbekistan), Karakum (Türkmenistan), Gobi (Moğolistan), Taklamakan (Çin) çölleridir.







ILIMAN OKYANUS İKLİMİ





Genel olarak, 30° - 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür. Batı Rüzgarları ve sıcak su akıntıları etkisiyle oluşan iklim tipidir. Yurdumuzda Karadeniz kıyılarında bu iklime benzer iklim şartları görülür.


Yazlar serin, kışlar ılıktır. Her mevsim yağışlıdır.


En sıcak ay ortalaması 24-25 °C, en soğuk ay ortalaması 5-7 °C dir. Yıllık ortalama 13-15 °C dir.


Günlük ve yıllık sıcaklık farkı azdır. Nemlilik fazla olduğu için.


Yıllık yağış miktarı 1500 mm civarındadır. Yükseltisi fazla olan yerlerde bu miktar artmaktadır.


En fazla yağış Sonbaharda, en az yağış ilkbaharda görülür.


Yağış oluşumu yamaç yağışı şeklindedir.


Bitki örtüsü yayvan ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlardır. Ormanların tahrip edildiği yerlerde ortaya çıkan çalılıklara yalancı maki (Psödomaki) denir. Bunların da tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur.


AKDENİZ İKLİMİ





Genel olarak, 30° - 40° enlemleri arasında görülür.


Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler ( Libya ve Mısır hariç. Buralarda görülmeme sebebi yer şekillerinin engebesiz olmasıdır ). Avustralya’nın güneybatısı, G. Afrika Cumhuriyeti’nde Kap bölgesi, Şili’nin orta kesimleri ve Kuzey Amerika’da Kaliforniya çevresinde etkilidir.


Yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve yağışlıdır.


Yaz sıcaklığı güneş ışınlarının düşme açısına, kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır.


En sıcak ay ortalaması 28-30°C , en soğuk ay ortalaması 8-10 °C dir. Yıllık ortalama 18°C dir.


Kar yağışı ve don olayı çok ender görülür.


En fazla yağış kışın , en az yağış yazın düşer.


Kışın görülen yağışlar Cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu ikimde görülür.


Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600-1000 mm arasındadır.


Bitki örtüsü ; kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan makilerdir.


Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı, kuraklığa dayanıklı, bodur bitkilerdir. Mersin, defne, kocayemiş, keçiboynuzu, zakkum, zeytin, süpürge çalısı gibi bitkiler başlıca maki türleridir.


STEP İKLİMİ





Sıcak ve ılıman kuşak kara içlerinde görülür. Yurdumuzda İç Anadolu Bölgesi'nde ve Ergene Bölümü'nde görülen karasal iklim buna örnektir.


Yazlar sıcak ve kurak , kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer.


En sıcak ay ortalaması 20-25 °C dir.


En soğuk ay ortalaması da 0- (-2) °C dir.


En fazla yağış ilkbaharda, en az yağış yazın düşer.


İlkbaharda görülen yağışlar genelde konveksiyon (Kırkikindi) yağışı şeklindedir.


Yıllık yağış miktarı 300-500 mm civarındadır.


Bitki örtüsü ilkbahar yağışlarıyla yeşeren, yaz başlarında kuruyan küçük boylu ot topluluğudur. Buna step (bozkır) bitki örtüsü denir.


Bozkır bitki örtüsü içinde geven , deve dikeni, gelincik, çoban yastığı gibi bitkiler yer almaktadır.


Karasal iklimlerde ormanların ortadan kaldırılması sonucunda oluşan bozkırlara antropojen bozkır denir.


Bu tür bozkırlar, ormanların tahrip edilmesi sonucunda ortaya çıktığından yer yer orman ağacı topluluklarına rastlanır.


ORTA KUŞAK KARASAL İKLİM





Deniz etkisinden uzak kara içlerinde ve ılıman kuşak karalarının doğu kıyılarında (soğuk su akıntısından dolayı) görülür. Yurdumuzda ise Doğu Anadolu Bölgesi’nde Erzurum –Kars Bölümünde görülen karasal iklim buna benzer.


Kış erken gelir, çok soğuk olur. Kar ortalama 80-90 gün toprak üstünde kalır. Yaz da erken gelir ve çok sıcak olur. Karlar hızla erir.


En sıcak ay ortalaması 20 °C civarındadır. Bazen sıcaklık 30 °C ye kadar çıkabilmektedir.


En soğuk ay ortalaması –10 °C civarındadır. Bazı günler –40 °C ye kadar sıcaklığın düştüğü de gözlenebilmektedir.


Yıllık sıcaklık ortalaması 3-5 °C dir.


Yıllık sıcaklık farkı 40-50 °C ye kadar ulaşabilmektedir.


En fazla yağış ilkbahar ve yaz dönemlerinde düşmektedir. Karasallık arttıkça yağışlar yaz mevsimine kaymaktadır. Ör. Erzurum –Kars bölümünde olduğu gibi.


En az yağış kışın düşmektedir ve kışın düşen yağışlar kar şeklindedir.


Yıllık yağış ortalaması 500-600 mm civarındadır.


Doğal bitki örtüsü bozkırdır (yaz yağışlarının fazlalığından dolayı alpin çayır şeklindedir.)


Yağışın fazla olduğu yerlerde iğne yapraklı ormanlar (Tayga) vardır. Sibirya ve Kanada da iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Taygalar, Dünya ormanlarının % 15'ini oluştururlar.





TUNDRA İKLİMİ





Sibirya, İskandinavya Yarımadasının kuzeyinde, Kanada’nın kuzeyinde, Grönland adasının kıyı kesimlerinde görülür.


En sıcak ay ortalaması 10 °C yi geçmez. Kışın sıcaklık –30, -40 °C'lara kadar iner.


Yıllık yağış miktarı 200-250 mm civarındadır.


Toprak yılın büyük bir kesiminde donmuş haldedir. Sadece yazın sıcaklığın artması ile toprağın üst kısmındaki buzlar erir ve bataklıklar oluşur.


Bitki örtüsü yosun ,ot ve cılız çalılıklardan oluşan tundra bitki örtüsüdür.


KUTUP İKLİMİ





Grönland adasının iç kesimleri ile Antartika kıtasında görülür.


Sıcaklık bütün yıl 0 °C nin altındadır.


Zemin buzlarla kaplıdır.


Bitki örtüsü yoktur


Güneşlenme süresi çok uzun olmasına rağmen sıcaklık yükselmez. Sebebi güneş ışınlarının eğik açılarla gelmesidir.


Sıcaklık düşük olduğundan buharlaşma ile atmosfere karışan nem azdır. Bundan dolayı yağış ta azdır. Bu sebeple kutup iklimine soğuk çöl iklimi de denir.

GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLER



Olayı bir topluluk önünde canlandırma esasına dayanan metinlerdir. Ortaoyunu, karagöz, komedi, dram… gibi türler bu bölüme girer.

TİYATRO
Hayattaki olayları konu edinen, sahnede oynanmak amacıyla yazılan edebi eserdir.
Tiyatro göstermeye bağlı bir güzel sanat dalı olarak “dramatik sanatlar”dan biridir.
Roman ve hikâye soyut olduğu halde, tiyatro somuttur.
Tiyatro metinlerindeki temel ifade biçimi “ gösterme” ve “anlatma”dır
Tiyatro eserleri, konularına göre dram, trajedi ve komedi gibi türlere ayrılır.

a. MODERN TÜRK TİYATROSU

1. Trajedi: Seyirciye, hayatın acıklı yönlerini göstermek, ahlak ve erdemi anlatmak için yazılmış manzum eserlerdir.

Özellikleri:
Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden alır.
Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir.
Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez.
Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır.
Üç birlik kuralına uyulur. (Yer, zaman, olay)
Oyunda koroya yer verilir.
Ünlü trajedi yazarları; Eski Yunan; Aiskhylos, Eurupides, Sophokles. Fransız; Corneille, Racine.

2. Komedi: İnsanların ve olayların gülünç yönlerini ortaya koymak, izleyenleri güldürmek ve düşündürmek amacıyla yazılmış tiyatro eseridir.

Özellikleri:
Konusunu, yaşanılan hayattan ve günlük olaylardan alır.
Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir.
Her türlü söze şakaya yer verilir.
Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir.
Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
Manzum olarak yazılır.
Üç birlik kuralına uyulur.
Türün yazarları, Yunan-Aristophanes, Fransız- Moliere.

3. Dram: Hayatı olduğu gibi acıklı ve gülünç yönleriyle sahnede göstermek için yazılan tiyatro eseridir.

Özellikleri:
Hayatı olduğu gibi yansıtır. Trajedi ve Komedi kaynaşmıştır.
Konusunu günlük yaşamdan ve tarihten alır.
Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
Olaylar, çirkin dahi olsa sahnede gösterildiği gibi kişiler hangi sınıf ve halktan olursa olsun dramda yer alır.

b. GELENEKSEL TÜRK HALK TİYATROSU

1. Karagöz: Seyirlik halk oyunlarından olan Karagöz, bir gölge oyunudur. Oyunda Karagöz cahil halk tipini; Hacivat ise aydın tipini temsil eder. Geleneksel Türk Tiyatrosu ürünlerindendir. Manda ve deve derisinden yapılan resimlerin, bir ışık yardımıyla sahnedeki perdeye yansıtılmasıyla oluşur. Bir gölge oyunudur. Bu nedenle bazı kaynaklarda “Hayal-i Zıl” şeklinde de adlandırılır. Kahramanları Karagöz, Hacivat, eşraftan kimseler, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir, satıcılardır. Karagöz; okumamış, hazır cevap, söylenenleri ters anlayan ve buna göre cevaplar veren kaba bir adamdır. Hacivat ise aydın ve yarı aydın kişileri temsil eder. Karagöz oyununda bütün konuşmalar perdenin arkasındaki tek kişi tarafından yapılır. Bu nedenle Karagöz oynatmak zor bir iştir. Karagöz oyununun oynatıldığı perdeye “hayal perdesi” denir. Oynatan kişi de hayali ya da hayalbaz olarak adlandırılır.

Karagöz oyunu dört bölümden oluşur:
Giriş: Sahneye göstermelik denen bir resim konulur.
Muhavere: Karagöz ve Hacivat’ın karşılıklı konuşmaları
Fasıl (Asıl oyun)
Bitiş: Oyunun sonunda hatalar için özür dilenen ve bir sonraki oyunun yerinin belirtildiği bölümdür.

Karagöz oyunundaki tipler ana hatlarıyla şöyle tasnif edilir:
Asıl Tipler: Karagöz, Hacivat
Şive taklitleri yapan tipler: Kastamonulu, Kayserili, Bolulu, Eğinli, Arap, Acem, Arnavut, Laz, Kürt, Rumelili, Muhacir, Ermeni, Yahudi, Rum, Frenk
Hasta Tipler: Beberuhi, Tiryaki, Kekeme, Altıkulaç, Sarhoş, Deli
Diğer Tipler: Çelebi, Köçek, Zenne

2. Orta Oyunu: Seyircilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat) yoluyla oynanan bir oyundur. Pişekâr ve Kavuklu oyunun temel kişileridir.

Halkın ortak malıdır. Oyunların güldürme unsurları karşılıklı konuşmalardaki söz oyunları, hazır cevaplılık, yanlış anlamalar ve yöresel konuşmaların taklitleridir. Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün özellikleri aynıdır. Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün perdede, Orta Oyun’un meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı kişilerle oynanırken Karagöz’de tasvirlerin gölgesi oynatılır.

3. Meddah: Geleneksel tiyatro içinde yer alan Meddah hikâyelerinde rol alan bütün kişileri, hikâyeyi anlatan ve meddah adıyla anılan tek kişi canlandırır. Hikâye anlatmak olan meddahlık bir taklit yapma sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bir sanatkârda toplanmış bir temaşadır.

Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatışını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, hikâyeler ve efsaneler oluşturur.

Meddahın aksesuarını bir mendil ile bir sopa (baston) oluşturur. Genellikle güldürücü, ahlâkî ve edebi sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş “râvıyân-ı ahbar ve nâkılân-ı âsar ve muhaddisân-ı ruzigâr şöyle rivayet ederler ki” şeklinde söz başı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır. Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleri ile konuşturan insandır.


4. Köy Seyirlik Oyunları: Köy seyirlik oyunları, adı üzerinde seyirlik oyunlardır. Tıpkı ortaoyunumuzda olduğu gibi bu oyunlar da genellikle köyün ortasında, köy meydanında oynanır. Seyirciler çepeçevre oyuncuları çevreler.

Oyuncu – seyirci ayrılığı hem vardır hem yoktur. Oyuncuları oyuna seyirciler hep beraber hazırlar. Bir tas, bir şapka, bir baston, bir deve, bir sopa, bir tüfek olabilir. Sırası gelen oyuncu seyirci içinden çıkarak oyuna katılır, oyundaki görevi bittikten sonra yeniden seyircilerin arasına karışır. Köy seyirlik oyunlarında da ortaoyununda ve meddahta olduğu gibi doğaçlamaya büyük önem verilir.

Geleneksel Tiyatro Türlerini Modern Tiyatro Türlerinden Ayıran Özellikler:
Geleneksel Türk tiyatrosunda yazılı bir metin yokken modern Türk tiyatrosunda yazılı metin vardır.
Geleneksel Türk tiyatrosunda sahne ve dekor anlayışı yokken modern Türk tiyatrosunda sahne ve dekor kullanıl-maktadır.
Geleneksel Türk tiyatrosunda belirli tipler varken modern Türk tiyatrosunda çeşitli karakterler ve tipler birlikte yer almaktadır.
Geleneksel Türk tiyatrosunda taklitler, şive bozuklukları ve yanlış anlamalar önemli bir yer tutarken modern Türk tiyatrosunda konuya göre bir dil kullanılmaktadır.

BİYOGRAFİ VE OTOBİYOGRAFİ



Edebiyat, sanat, siyaset, ticaret gibi alanlarda haklı bir üne kavuşmuş, tanınmış insanların hayatlarını, eserlerini, başarılarını okuyucuya duyurmak amacıyla yalın bir dille, tarafsız bir görüşle yazılan inceleme yazılarına “biyografi (yaşam öyküsü, hayat hikâyesi)” denir. Eskiden bu tür yazılara “tercüme-i hâl” denirdi.

Biyografinin özellikleri şunlardır:
Biyografide amaç, söz konusu kişiyi tüm yönleriyle tanıtmaktır.
Biyografilerde anlatılan kişinin özellikle hayatı, eserleri, kişiliği, görüşleri konu edilir.
Biyografide kişinin nerede doğduğu, çocukluğunun nasıl bir ortamda geçtiği, öğrenim hayatı, yaptığı işler, çalıştığı yerler, kişiliği, huy ve karakteri, davranış özellikleri, başarılı olduğu alanlar, eserleri, ürünleri anlatılır.
Belgelere ve örneklere dayandırılarak hazırlanan biyografiler sanat ve meslek alanındaki tarihçiler için önemli kaynaklardır.
Biyografiler belgesel nitelikte olup gelecek kuşaklara önemli bilgilerin, tecrübelerin, örneklerin, görüşlerin aktarıldığı kaynaklardır.

Dünya Edebiyatında Biyografi

Tarihte ölen kişinin yaşamını ve yapıtlarını öven mezar yazıtları ve cenaze törenlerindeki konuşmalar yaşam öykülerinin ilk örnekleri sayılabilir. Daha sonra eldeki verilerin keyfi ya da eleştirellikten uzak bir yorumuna dayanan, söz konusu kişiyi övmek ve okura örnek oluşturmak için yazılan yaşam öyküleri başlamıştır. Bunun hemen ardından kişilerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmayı amaçlayan eleştirel yaşam öyküleri de kaleme alınmıştır.

Biyografi türünün ilk büyük yazarı, eski Yunan edebiyatından Plutarkos’tur. Bu türün Batı edebiyatındaki kökleri Plutarkos’un Romalıları anlattığı “Hayatlar” adlı eserine dayanmaktadır. Ancak Batı da bu türün yaygınlaşması 16. yüzyıldan sonradır. 20. yüzyılda ise Batı da bir aileyi veya çevreyi ele alan geniş kapsamlı biyografik eserler yazılmaya başlanmıştır.

Türk Edebiyatında Biyografi

Divan edebiyatında şairleri anlatan eserlere ‘tezkire” denirdi. Çağatay yazarlarından Ali Şir Nevai 16. yüzyılda “Mecâlis’ün-Nefâis” adlı eseriyle Türk edebiyatında ilk biyografi örneğini vermiştir.

Ünlü kişilerin hayatlarını konu alan, bunları roman tarzında işleyen edebî yazılara “biyografik roman” denir. Biyografik romanlar da Türk edebiyatında önemli bir yer tutmaktadır. Bazı sanatçılar romanlarını biyografi tarzında yazmışlardır. Mehmet Emin Erişilgil’in “Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp”, “Bir İslâm Şairinin Romanı: Mehmet Akif”; Tahir Alangu’nun “Ülkücü Bir Yazarın Romanı: Ömer Seyfettin”; Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan’ adlı eserleri biyografik romana örnek gösterilebilir.

OTOBİYOGRAFİ

Bir kişi hayatıyla ilgili dönemleri bütün ilginç yönleriyle geniş şekilde kendisi yazarsa buna “otobiyografi (öz yaşam öyküsü)” denir. Yani kişi kendi biyografisini yazarsa bu otobiyografi olur.

Otobiyografinin özellikleri şunlardır:
Otobiyografide doğumdan itibaren otobiyografinin yazıldığı ana kadar yaşananlardan anlatmaya değer olanlar yazılır.
Otobiyografilerde çoğu zaman sanatçı kendisiyle beraber aile büyüklerinden ve sosyal çevresinden, aile içi durumlarından da söz eder.
Edebiyat, sanat, siyaset, spor gibi değişik alanlarda ünlü bir kişi; diğer insanlarca bilinmeyen yönlerini, başarısını nelere borçlu olduğunu ve nasıl kazandığını anlatmak amacıyla otobiyografisini yazar.
Otobiyografi her ne kadar öznel bir anlayışla kaleme alınsa da gerçekler göz ardı edilmemelidir.
Bütün bu iyi niyete rağmen otobiyografiler öznel eserler olarak kabul edilir. Çünkü kişi kendisini anlatmaktadır ve bunu yaparken tarafsız davranamaz.

Kişinin kendi hayatını roman şeklinde yazması sonucunda ortaya çıkan esere “otobiyografik roman” denir. Bu türün örneklerini anı türünde verilmiş eserlerde de görmek mümkündür.

Anı-Otobiyografi Farkı

Anılar üslup yönüyle otobiyografilere de benzer; ancak anı otobiyografi içinde sadece bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografiler anıya göre daha geniş ve daha uzun bir dönemi içine alır.

SEMBOLİZM


Şiirdeki gerçekçiliğe (parnasizm) tepki olarak 1880’li yıllarda Fransa’da doğmuştur. 1885 ve 1902 yılları arasında da en verimli dönemini yaşamıştır.
Deneysel bilimlerin gelişmesi, doğayı ve insanı maddesel, somut gerçekçiliğiyle kavrama düşüncesi sanatta “gerçekçiliği” doğurmuştu. Gelinen bu aşa­manın toplumsal ve sanatsal boyutu, insanı mutlu etmeye yetmedi. Tersine, bunalıma sürekledi. Sanatta da “idealist felsefe”ye dayalı bir arayış başladı. Bu arayışın sembolizme yönelik İlk durağı Dekadizm ( çöküşçülük ) oldu. önderliğini Fransız ozan, Jules Laforque yaptı. Hareket, toplumsal ve sanatsal alanda başkaldırıyı, yerleşik beğenileri değiştirmeyi, karamsarlığa, hayal ve duyarlığa yer vermeyi amaçlar. Bu anlayışa sahip sanatçılar, sonradan sembolizm (simgecilik) akımı için de yer aldılar.
Alman filozofu Schopenhaur’ın dünyayı “hayali ve gizemli olgular’* oiarak gören idealist felsefesi sembolizmin düşünsel kaynağını oluşturmuştur.

Sembolizmin Özellikleri:

1. Sembolizm, şiire duygu ve hayali getirmesi yönüyle romantizmle benzerlik taşır. Diğer benzer yan her iki akımın da öznel oluşudur. Bu benzerlik­lere karşın sembolistler, kendilerinden önceki tüm şiir anlayışlarına karşı çıkmışlardır.
2. Sembolistler, dış dünyanın görüntülerini so­mut nesnel gerçeklikleriyle değil de; bu görüntülerin sezgilerinden, izlenimlerinden yansıyan niteliklerini şiire aktardılar. Duyguların, dış dünyayı ancak oldu­ğu gibi değil, onu değiştirerek ulaştırabileceğini düşündüler.
3. Sembolist ozanların doğa görüntülerini yarı aydınlık ortamlar oluşturur: sararmış yapraklar, akşamın alacakaranlığı, durgun göller, kızıl gün batımı, ayışıklı geceler.,,Bu görüntülerde net değil, neredeyse, tül bir perdenin ardından yansıyan biçimiyledir.
4. Sembolistler, sembol ve mecazlarla dolu ka­palı bir anlatımı seçtiler. Herkesçe farklı algılanabi­lecek yorumlanabilecek şiiri hedeflediler.
5. Sembolizmin şiir anlayışı: sözcüklerle yapılmış bir beste olarak gördüklerinden, şiirde müzikselliğe önem verdiler. Ölçü, uyak biçimsel özellikleri ikinci planda düşün­düler. Şiirdeki müziği özle biçim arasında bir uyum öğesi oiarak gördüler.
6. Sembolistler “sanat için sanat” görüşüne bağlı kalarak toplumsal, siyasal sorunlara uzak durdular.
7. Sembolizmin ilkelerini, kuramını. Stephen Mallarme oluşturmuş, bildirgeyi ise Jean Moreas yayımlamıştır. Sembolizmin öncüsü ise. bu akımın ortaya çıkışından önce ürünler veren Charles Boudelaire’dir.
8. Sembolizm şiir akımlarından biridir.

Sembolizmin Önemli Temsilcileri:

Charles Baudelaire – şiir
Stephane Mallerme – şiir
Paul Verlaine – şiir
Arthur Rimbaud – şiir
Paul Valery – şiir
Maunce Maeterlinck – tiyatro

Sembolizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:

Cenap Şehabettin – şiir
Ahmet Haşim – şiir

Önemli Not:

Ahmet Hamdı Tanpınar, Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı.. gibi şairlerde de yer yer sembolist akımdan etkilenmeler görülür. Bu akımın ortaya çıkışından önce, Divan şiirinde Şeyh Galip (1757-1799) in yazdığı kimi şiirlerin simgeciliğe uygun düştüğü söylenebilir.

Sembolist Şiir Örnekleri

İÇE KAPANIŞ

Derdim, yeter, sakin ol, dinlen biraz artık; Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam; Siyah örtülere sardı şehri karanlık; Kimine huzur iner gökten, kimine gam.
Bırak, şehrin iğrenç kalabalığı gitsin, Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte. Toplasın acı meyvesini nedametin, Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle.
Bak göğün balkonlarından, geçmişler seneler Eski zaman esvaplarıyle eğilmişler Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan
Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi Ve uzun bir kefen gibi doğuyu saran Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.

C. Baudelaire, (Çev. Sabahattin Eyüboğlu)

GÖK ÖYLE MAVİ

Gök öyle mavi, öyle durgun,
Damlar üzerinde! Yeşil bir dal sallanadursun,
Damlar özerinde.
Ürpertip gökyüzünü birden,
Bir çan tın tın eder Bir kuştur şu ağaçta öten
Türküsünü söyler
İşte hayat! Aç gözünü gör,
Bak ne kadar sade. Her günkü sakin gürültüdür
Şehirden gelmekte.
Ey sen ki durmadan ağlarsın,
Döversin dizini, Gel söyle bakalım ne yaptın, N”ettin gençliğini?
Paul Verlaine, (Çev. Cahit Sıtkı Tarancı)

ŞİİR SANATI

Musiki, her şeyden önce musiki; Onun için tekli mısradan şaşma. Kıvrak olur, erir havada sanki; Ağır aksak söyleyişe yanaşma.
Güzel sözler tül ardında görünsün Gün ışığı titremeli şiirinde, Ak yıldızlar maviliğe burunsun Ilgıt ılgıt sonbahar göklerinde
Tut belâgati boğazından sustur, El değmişken bir zahmete daha gir Kafiyenin ağzına da bir gem vur Bırakırsan neler yapmaz kim bilir?
Hep musiki biraz daha musiki Havalanan bir şey olmalı mısra Deli bir gönülden kalkıp gitmeli Başka göklere, başka sevdalara
Paul Verlaine, (Çev. S. Eyüboğlu – Melih Cevdet Anday)

HÜMANİZM



Avrupa’da Ortaçağ, “skolastik” sözcüğüyle anla­tılmaktadır. Kilise’nin toplumsal yaşamın her alanı­na egemen olduğu bu karanlık dönem boyunca kültür ve sanata korkunç bir baskı uygulamıştır. Hristiyanlık düşüncenin gelişmesini Önlemiş, insan­lık ve toplumsal kurumlar, Tanrı’nın, kilisenin ve kralın egemenliğini sağlamanın aracısı sayılmıştır.
Bu yapılanma, İnsanı ve aklı temel alan Yunan ve Latin sanatlarını, eskiçağa hapsetmişti. Soylula­rın, din adamlarının ayrıcalıklı olduğu bu dönem edebiyatında kahramanlık ve şövalyelik destanları vardır.
Avrupa’da,13.yüzyılın sonlarında bu karanlık çağdan rönesansa giden yolun aydınlatıcıları yetiş­meye başlar. Bunlar Eski Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatını örnek alarak, “ideal insanı” işleyen sanatçılarıdır. İnsanı temel aldıklarından, bu düşünüş biçimine “hümanizm” adı verilmiştir.Hümanistler, yapıtların­da kilise Latincesini bırakarak, ulusal dillerini kul­lanmışlardır. İlk hümanistler:

Hümanizmin Önemli Temsilcileri:

Temsilcileri ve yazdıkları alan için bağlantıya tıklayınız.

Dante………………………………………………. destan

Petrarca…………………………………………… şiir

Boccacio………………………………………….. öykü (hikaye)

Rabelais………………………………………….. komedya (güldürü)

Montaigne……………………………………….. deneme

Ronsard…………………………………………… şiirler

PARNASİZM



Romantik şiire tepki olarak 19.yüzyılın ikinci ya­rısında Fransa’da doğmuştur. Realizmi ve naturalizmi doğuran toplumsal ve siyasal koşullar, parnasizm İçin de geçerlidir, realizm ilkelerinin şiire yansımasıdır. Kısacası “şiirdeki gerçekçilik” olarak adlandırılabilir.

Realizmin şiire yansımış biçimine Parnasizm denir. Fransa’da 1860′ta “Çağdaş Parnas” adlı şiir dergisinin çevresinde toplanan sanatçılara “parnasyen” adı verilmiş, bunların oluşturduğu şi­ir akımı da Pamasizm olarak nitelenmiştir. Kısa­ca, Parnasizm, “şiirde gerçekçilik” demektir.

Parnasizm, hayalci ve duygucu romantik şi­ire karşı bir tepkidir. Realizmi ve Naturalizmi ha­zırlayan koşullar Parnasizm için de geçerlidir. Fel­sefe alanında Pozitivizmin öne çıkmasıyla bilimsel çalışmalar önem kazanmış, edebiyatın şiir kolun­da da dış dünyayı duygusallıktan uzak bir biçim­de anlatan şiirler değer kazanmıştır.

Pamasizmin Özellikleri:

1. Parnasyen sanatçılar “sanat için sanat” ilkesine sahiptir. Şiiri yalnızca “güzellik” olarak görmüşler, onun toplumsal bir amacı olmasını kabul etmemişlerdir.
2. Sanatçılar güzelliği yakalayabilmek için, biçim kusursuzluğuna önem vermişlerdir, ölçü, uyak ve sözcüklerin uyumun dikkat eden parnasyen sanatçılar şiirde seçkinlere seslendiler. Şiiri oluşturan sözcükleri, bir kuyumcu titizliği ile seçtiler.
3. Parnasizm sanatçıları, romantizmin duygu ve hayal yüklü lirik şiirine tepki gösterdiler. Yaşamı ve doğayı nesnel bir bakışla kavramayı hedeflediler.
4. Parnasizm eski Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatına yeniden geri dönüştür. Sanatçılarında karamsar bir ruh hali vardır.
5. Parnasizmle birlikte, bilim ve fenle ilgili konular,felsefi düşünceler şiire girdi.
6. Egzotik konuları işleyen parnasyen, dilin açık ve yalın olmasına özen gösterdiler.

Pamasizmin Önemli Temsilcileri:

Theophille Gautier ( önemli yapıtları : Mineler, Momİe’nin Romanı, Romantizmin Tarihi)

Thedore De Bonville ( önemli yapıtları : Fransız Şiirinin Küçük Kitabı, Ak­robatik Şiirler)

Leconte De Lisse (önemli yapıtları: Antik Şiirler, Barbar Şiirler, Trajik Şiirler)

Jose Maria De Heredia ( önemli yapıtı :Ganimetler )

François Cooppe ( önemli yapıtları: Kutsal Kalıntılar Korunağı, Alçakgönüllüler)

Pamasizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:

Tevfik Fikret…………. şiir

Yahya Kemal Beyatlı……. şiir

Önemli Not:

Pamasizmi Türk edebiyatında tanıtan ve temsil eden ilk sanatçı Cenap Şehabettin’dir. Bu sa­natçı daha sonra sembolizmi benimsemiştir.

SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)



Kurucusu, Fransız edebiyatı şairlerinden ve ruh doktoru Andre Broton’dur. İlkeleri 1924’te ortaya konmuştur. Sürrealizmin amacı bilinçaltının sanata yansıtılmasıdır.
Felsefi alanda, Fransız filozofu Henry Bergson “sezgicilik” adını verdiği düşünce akımı, sürrealizmi etkilemiştir. Ruhu savunan Bergson’un ruhun akıl­dan daha üstün olduğunu ileri sürer. Gerçekleri ruhsal sezgilerle açıklar. Doktor Sigmund Freud’un “psikanaliz” düşünce­si sürrealizm akımının diğer bir kaynağıdır. Freud, insanı bilinçaltıyla açıklar. Ona göre insanın gerçek eğili­mini, isteklerini toplumsal yasalar, ahlak ve dinsel baskılar engeller. Bilinçaltı ancak sarhoşluk, rüyalar, sayıklamalar…gibi durumlarda aklın denetiminden kurtularak bilinçüstüne çıkar. Sürrealistler, düşün­cenin gerçek etkinliğini ortaya çıkarmak için hîpno-tizma seansları düzenlemişler, elde ettikleri verileri sanatlarına yansıtmışlardır. Onlar, gerçek sanat yapıtlarının, sanatçılarca akıl ve irade denetimi dışındayken oluşturulabileceğini savunmuşlardır. Sürrealist sanaçtılar, dil ve üslupta anlaşılır olmayı iste­mediler. Herkesin birkaç sözcük ya da cümle ekle­yerek oluşturduğu “otomatik yazı” yöntemini benim­sediler.Noktalama işaretlerine karşı çıktılar. Türk edebiyatında Birinci Yeniciler (Garipçiler) ve ikinci yenicilerin bazı sa­natçıları sürrealizmden etkilendi.

Sürrealizmin temsilcileri;

Andre Breton ( önemli ya­pıtları : Bakire Gebelik, Ak Saçlı Tabanca, Manyetik Alanlar, Sürrealizmin Manifestosu ),

Paul Eluard yapıtları: Ölmeden ölmek, Açık Kitap, ÇifteKaranlık, Politik Şiirler),

Luis Aragon yapıtları: Elsa’nın Gözleri, Rüyalardan Bir Dalga, Sevinç Ateşi)

YALNIZ DEĞİLİM

Yüklü
Dudakların tüyden hafif yemişleriyle
Giyimli
Bin bir değişik çiçekle
Anlı şanlı
Kollarında güneşin
Mutlu
Bir tanıdık kışla
Hoşnut
Bir damlasıyla yağmurun
Güzel
Tanyerinin aydınlığınca
İçten bağlı
Bir bahçenin sözünü ediyorum
Düş kuruyorum
Seviyorum düpedüz

ROMANTİZM



18.yüzyılda klasisizme tepki olarak Fransa’da doğmuş bir edebi akımdır. 19.yüzyılda tüm Av­rupa’ya yayılmış ve orada benimsenmiştir. Ortaya çıkişında 1789 Fransız İhtilali sonrasında ki toplumsal, siyasa! ve düşünsel yapının etkileri vardır. Fransız İhtilali’yle krallık yıkılmış, gelinen süreçte, toplumsal ve ekonomik evrimini tamamlayan yeni sınıf burjuvazi, halkın da desteğiyle iktidar olmuştur. Fakat çalkantılar tümüyle durulmamış, toplum kralcılar ve cumhuriyetçiler olarak ikiye bölünmüştür. Aydınlanma çağı düşünürlerinden Montesqueu, Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi düşünürlerin öncülüğünde, İnsanın hak ve özgürlüklerinin savaşımı verilmiştir. Toplumsal gelişmenin önündeki tüm engellere savaş açılmıştır. Fransız İhtilali bu birikimlerin sonucudur. Klasisizm akımı nasıl kuralcı, güçlü krallık rejiminin ürünüyse, romantizm de Fransız İhtilali sonrasının überai ve özgürlükçü havasının ürünüdür. Aydınlanma Çağı’mn düşünsel, sanatsal, toplumsal ve siyasal birikimleri romantizm akımını besleyen temel kaynaklardır. Victor Hugo,romantizmin ilkelerini “Cromwell” adlı oyununun önsözünde ortaya koymuştur.

Romantizmin Özellikleri:

1. Romantizm sanatçıları, klasisizm sanatçılarının akıl ve sağduyusunun karşısına dizginlenemez duygu, coşku ve hayali koymuştur. Lirik şiir, romantizmle yeniden dirilmiştir.
2. İnsan doğasını değil, dış dünyayı olabildiğin­ce renkli, göz alıcı ve abartmalı biçimde betimlemişlerdir.
3. Eski Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatı yerine çağ­daş edebiyatlar örnek alınmıştır. Din duygusu önem kazanmış, konu olarak Hristiyanlık mucizeleri, Orta­çağ efsaneleri işlenmiştir. Konuların bazıları tarih­ten, bazıları da günlük yaşamdan alınmıştır.
4. Sanatçılar, yapıtlarında kendi kişiliklerini gizlememişlerdir. Sanatlarını.toplumu dönüştürmede bir araç olarak kullanmışlar, “toplum için sanat” anlayışına bağlı kalmışlardır.
5. Romantik sanatçılar, klasisizmin dil ve edebiyattaki tüm kurallarını yıkmışlar, kendilerini de kuralcılıktan kaçınmışlardır. Kapalı ve süslü bir üslup kullanmış­lar, şairane anlatımı benimsemişlerdir.
6. Seçkin, Örnek, mükemmel insanları değil, her kesimden İnsanı anlatmışlardır. İnsanlar ve olaylar işlenirken iyi-kötü, güzel-çirkin gibi karşıtlıklardan yararlanmışlardır. İnsanların ruhsal durumlarının soyut olarak izlenmesi bırakılmış, insanlar yaşadık­ları toplumsal çevre ile ele alınmıştır.
7. Olayların anlatımında rastlantılara oldukça fazla yer verilmiştir. Uzak ülkeler ve yabancı töreler geniş olarak betimlemiştir.
8. Romantikler tiyatroda üç birlik kuralını kırıp dram türünü geliştirdiler. ( Gerçekte bunu İlk yapanınShakespeare olduğunu; onun, romantizmin ilk öncüsü olduğu anımsatalım.)
9. Romantik edebiyatta roman ve öykü, tiyatro, eleştiri, makale, fıkra, deneme, anı (hatıra), gezi yazısı, şiir gibi türlerde ürünler verilmiştir.

Romantizmin Önemli Temsilcileri:

Victor Hugo………………….. şiir, tiyatro, roman
Jean-Jacques Rousseau…………….. felsefe, toplum bilim
Voltaire………………………… felsefe, roman, şiir
Friedrich SCHİLLER…………………………. tiyatro, şiir
J. Wolfang GOETHE…………………….. şiir, tiyatro, roman
Lamartine…………………….. şiir, roman
Chateaubriand…………….. şiir
Shelley…………………………. şiir
George Sand………………… roman, öykü
Alfredde Vigny………………. şiir
Alfred de Musset…………… hikaye, roman
Alexandre DUMAS PERE………… roman
Puşkin………………………….. şiir

Romantizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:
Namık Kemal………………………… şiir, tiyatro, ro­man, eleştiri, tarih
Ahmet Mithat Efendi………………. roman, öykü
Abdülhak Hamit Tarhan………… şiir, tiyatro
Recaizade Mahmut Ekrem……. şiir

Romantizm Örnekleri:

YALNIZLIK

Çokluk, gün batınında, dağda o yaşlı, kocamış meşenin gölgesine üzgün otururum. Ovanın durmaksı­zın değişen görüntüsüne ayaklar altından rastgele göz­lerimi gezdiririm.Burada ırmak köpürgen dalgalarıyla çağlar, yılan gibi bükülüp kıvrılır, uzaklıklarda yok olur.Yaprak ormanlardaki çayırlara düştüğünde akşam rüzgarı çıkar, vadilerden alıp götürür. Ben işte bu solgun yaprak gibiyim: Ey esen rüzgarlar, deli rüzgarlar, beni de alın o yaprak gibi, alın götürün işte! (Lamartine)

LELIA

İlkbahar, kuşların ötüşü ile, taze çiçeklerin hoş ko­kuları ile yeniden gelmişti. Gün sona eriyordu. Batan gü­neşin kızıllıkları gecenin mor renkleri arasında ağırdan yavaştan kayboluyordu artık. Lelia Viola, villâsının balko­nunda görkemli düşlere dalmıştı. Burası dağların baş­langıcında, bir İtalyan’ın, sevgilisine yaptırdığı olağanüs­tü bir konaktı. Sevgilisi burada acıdan, kederden ölüp gitmişti de, İtalyan, acı anılarını hatırlatan bu yerde daha fazla durmak istememiş, sevgilisinin mezarıyla onun adı­nı taşıyan villâyı çeviren bahçeleri yabancılara kiralamış, kendi de çekip gitmişti. Bir başına, yalnız kendini besle­yen acılar vardır. Vicdan azabı gibi korkan, kendinden kaçan acılar bulunur. Lelia hafif meltem gibi, dalga gibi, pek tatlı bir gevşeme veren bu tatlı mayıs günü gibi yu­muşak, uyuşkun bir tavırla korkuluğun üstüne eğilmiş bakışını uygar insan ayağının çiğneyip geçtiği o güzelli­ğine doyum olmayan vadide dolaştırıyordu.(George Sand)



BİRİNCİ SATIR

Artık gezintilere çıkmayacağız Geceleyin geç vakit, Gönül ne kadar çekse de, Ay ışıldasa da.

Kılıç nasıl yıpratırsa kınını Ruh da göğsü öyle aşındırır. Gün gelir kalp durur solumak için Aşk dinlenmek ister.

Hep sevişmek içinse de geceler Gün ışığı çabuk çıkagelir Ama gezintilere çıkamayacağız artık Ay ışığında.

(Lord Byron’dan Çev. Halit Çakır)

Romantizmin Türk Edebiyatına Etkileri:

Romantizm, Tanzimat yazarlarından bazılarını etkilemiştir. Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi. Abdülhak Hamit Tarhan ve Recaizade Mahmut Ekrem’in yapıtlarında romantizmin izlerini görmek olasıdır. Bu izler de romantizmin gerçek boyutlarıyla yansıması değildir. Duygusal anlatım, rastlantılara yer verilmesi, sanat yapıtları yoluyla toplumu değiş­tirme, karşıt tiplere yer verilmesi romantizmin izleri olarak değerlendirilebilir.

KLASİZİM



17.yüzyılda Fransa’da doğmuş bir edebi akı­mdır. 17.yüzyıl Fransası’nın toplumsal ve siyasal ya­pısı,düşünsel alanda rasyonalizm (akılcılık) felsefe­si,klasisizmin doğuşunda etkili olmuştur. Bu yüzyılda Fransa’da güçlü bir krallık rejimi vardır. Siyasal ve toplumsal alanda her şey kuralla­ra bağlanmış, yasa ve düzen egemen olmuştur. İnsan hak ve özgürlükleri önem taşımamaktadır. 1634’te Fransız Akademisi kurularak dil ve ede­biyat kuralları belirlenmiştir. Descartes’in, rasyonalist felsefesine göre akıl, doğru ve gerçeği bulmanın temel aracıdır. Duygular, kesinlikle aklın denetimine alınmalıdır.

Klasisizmin Özellikleri:

1. Klasik sanatçılar akla ve sağduyuya önem ve­rirler. Duygu ve coşkuları, akıl yoluyla denetleme amacı güderler.
2. Klasik sanatçılar eski Yunan ve Latin edebi­yatlarını Örnek alırlar. Klasizimin konuları mitolojiden seçilir.
3. Klasiklere göre “doğa” denince, insanın iç dünyası anlaşılır. Klasik yapıtlarda insanın değiş­meyen duygu ve düşüncelerini işlerler.
4. Klasikler, işledikleri konuya değil, konunun işleniş biçimine önem verirler. Konular nasıl olsa, eski Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatında, mitolojide vardır.
5. Klasikler biçim kusursuzluğuna önem verirler. Üslubun süssüz, açık, yapmacıktan uzak olmasına dikkat ederler.
6. Klasikler, günlük gelip geçici ( moda ) konuları değil, yüzyıllara dayanabilecek, kalıcı konuları se­çerler.
7. Klasikler, ahlaksal bir amaç güderler. Kahra­man olarak seçkin, olgun, bedensel ve ruhsal so­runları olmayan kişiler seçilir. Çocuklar ve halktan kişilere yer verilmez.
8. Klasik yapıtlarda seçkin bir dil kullanılır. Kaba saba sözlere yer verilmez. Yapıtlar ulusal dillerle yazılmıştır.
9. Klasik sanatçılar, yapıtlarda kendi kişiliklerini gizler.
10. İnsan dışındaki hiçbir şey önemsenmemiş; giysi, dekor, doğa görüntüleri İhmal edilmiştir.
11. Klasik sanatçılar, eleştiri, deneme, fabl, mektup, felsefe gibi alanlarda yapıtlar vermişlerdir. Ancakklasisizmin türleri trajedi ve komedi gibi tiyatro türleridir. Roman türü gelişmemiştir.
12. Klasik sanatçılar, tiyatroda üç birlik kuralına (zaman, yer ve olay) uydular.
13. Trajedide Corneille, Racine; komedide Moliere; eleştiride Boileau; felsefe de Descartes, Pascal; fablda La Fontaine; özdeyişte La Rochefacault; romanda Mme De La Fayette, Fenelon, Daniele Defoe; karakterde La Bruyere klasisizmin temsilcileridir.

Şimdi, bu sanatçıların sanatçı kişilikleri ve yapıtları üzerinde kısaca duralım:

* Corneille
* Moliere
* Racine
* La Fontaine
* Daniele Defoe
* Boileau
* Descartes
* Pascal

Klasisizm Akımının Türk Edebiyatındaki Etkileri:

Batılı anlamıyla Klasisizmin Türk edebiyatındaki etkileri sınırlı sayıda sanatçı ve yapıt üzerinde var­dır; Yusuf Kamil Paşa’nın “Telemak” çevirisi, Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” oyununda üç birlik kura­lını uygulaması, Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den yaptığı çeviri ve uygulamalar, Direktör Ali Bey’in Moliere’den yaptığı “Kokana Yatıyor” uyarlaması, kiasisizmin edebiyatımızdaki yansımaları olarak gösterilebilir.

NATÜRALİZM

19. yüzyılın sonlarında Fransa'da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Natüralizmin kurucusu olarak Emile Zola kabul edilir. Natüralizm, hayatı bilimsel bir nesnellikle ele alan, gerçeği anlatmayı aşırılığa vardıran bir sanat akımıdır. Natüralizme, realizmin daha ileri düzeye ulaşmış biçimi de denebilir. Natüralizm. doğayı anlatırken deney yöntemine başvurması nedeniyle realizmden ayrılır. Natüralistler kişi ve olaylara, bir bilim adamı gözüyle yaklaşırlar.
Natüralist akım, özellikle Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin sanata uyarlanmasıyla gelişmiştir. Hippolyte Taine'in "Determinizm "in anlayışının yazınsal alana yansımasıdır. Bu anlayışa göre, aynı nedenler aynı sonuçları doğuracağından, bir insanın çevresini incelemek onu anlamanın en iyi yoludur.
Natüralizmin Akımının Özellikleri
  • Natüralistler, pozitif bilimlerle sanatı birleştirmeye çalışır. Pozitivist kurallara dayanarak doğayı taklit etme çabası içindedirler.
  • Naturalist sanatçılar, insanın fizyolojik özellikleri üzerinde durur; insanı soyaçekim ve genetik özellikleriyle ele alırlar. Çünkü kişinin sahip olduğu erdemlerin soylarından geldiğine inanırlar.
  • İnsan psikolojisiyle fizyolojisini birbirine bağlı kabul eden natüralistler, eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok ayrıntılı olarak verirler. Buna bağlı olarak da betimleme, doğalcı eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker.
  • Natüralistler, sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri de derinlemesine araştırmışlar, bir anlamda kendilerini bilim adamı, toplumu laboratuar, insanı da deneme, inceleme aracı olarak ele almışlardır.
  • Natüralist yazarlar, insanı belli koşulların içinde kabul edip onun duygu ve düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisi doğrultusunda çizerler. Onların eserlerinde insan, kendi yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç taşımaz.
  • Natüralizmde toplumsal nedenler bir yana bırakılır, yalnızca yaşananlar nesnel bir biçimde aktarılır.
  • Realistlerdeki biçim güzelliği, üslup kaygısı natüralistlerde yoktur. Fakat natüralistler de halkın kolayca anlayabileceği yalın ve anlaşılır bir dil kullanırlar.
  • Tiyatroda, kostüm ve dekora önem veren natüralistlerin eserlerine genel olarak bir kötümserlik havası hakimdir.
Natüralizmin Temsilcileri
  • Emile Zola
  • Alphonse Daudet
  • Guy de Maupassant
  • Goncourt Kardeşler
Türk edebiyatında natüralizmin temsilcileri:
Türk edebiyatında bu akımın ilk izleri Tanzimat dönemi sanatçısı Nabizade Nazım'da görülür. Edebiyatımızda natüralizm akımına en yakın eserleri veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar'dır. Ancak Gürpınar, eserlerinde sosyal eleştiriye yer vermesi yönünden natüralistlerden ayrılır.

SAFAHAT

Safahat, Mehmet Akif Ersoy'un şiirlerini derleyip toparladığı kitabının adıdır.
7 bölümden oluşur:
1- Süleymaniye Kürsüsünde
2- Hakkın Sesleri
3- Fatih Kürsüsünde
4- Hatıralar
5- Safahat
6- Asım
7- Gölgeler
Kitabın Adı: Safahat
Kitabın Yazarı: Mehmet Akif Ersoy
Kitabın yayın evi: İnkılap Kitabevi, 1999

Kitabın Özeti
Şairin en büyük eseri safahat genel adı altında toplanan 7 kitaptan oluşmuştur. Şair bu eserinde halka seslenmiş, yalın ve halkın anlayabileceği bir dili tercih etmiştir. Ayrıca mensur (düz yazı ve şiir karışık) tarzında yazılmıştır.

Mehmet Akif, hem bir şair, hem bir yazar; hem de hatiptir. Bir taraftan Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad’daki makaleleri, şiirleri, çevirileriyle, diğer taraftan vaazlarıyla halkı toparlanmaya ve düşmana karşı birlik olmaya çağırmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin ve Arapların toparlanması, birlik olması için çok gayret etti. Kurtuluş Savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’den yana yazılar yazdı. Bu esnada Anadolu’ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı.

Bu arada Konya Ayaklanmasını önlemek ve halka öğüt vermek için Konya’ya gönderildi. Oradan Kastamonu’ya geçti, Nasrullah Camisi’nde Sevr Antlaşması’nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı’nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi. Bu vaaz Diyarbakır’da basılarak bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.
Mehmet Akif milletini ve dinin seven, insanlara karşı merhametli davranan, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan meşhur bir Türk şairdir. İstiklal Marşı şairi olması bakımından da ‘’Milli Şair’’ ismini almıştır. 


SAFAHAT'A DAİR
Bir milletin var olma ve hür olma mücadelesini yüreğinde, beyninde, söyleyişinde hisseden bir şahsiyetten ve belki en önemli eserinden bahsedelim dedik ölümünün yıl dönümünde. Akif’le ilgili daha önce yaptığımız bir çalışmanın bölümlerinden biri de Safahat’tı. Bir bereket, bir vefa olsun diye dipnotlarına da dokunmadan kısa da olsa analım istedik.

Âkif’in kıymetli ve muhteşem bir hediyesi milletine Safahat’ı. “Safahat bir devrin, bu devri ören ya da çözen hayatların, fikirlerin aynasıdır. Ondaki teşhis, uyarı ve öneriler Âkif’in hayatı ve devri kucaklayan sorumlu, donanımlı, disiplinli, sağlam karakterinin ürünleridir; inleyişler, kükreyişler, yakarış ve çığlıklar ise günlük hayatında susturulmuş, ateşli, merhametli, hakşinas Müslüman ruhunun şiirine vurmuş aksidir.” (Vahap AKBAŞ, Uyarı ve Yakarış Kitabı: Safahat, Ay Vakti Dergisi Aralık 2006)

Safahat, Âkif’in otuzlu yaşlarının son yılarında yayımlanmıştır. Özgün bir kişiliğin, özgün ve bağımsız bir edebi bakışın eseridir bu şiir kitabı. Konuşma dilini ve manzum hikâye türünü ustalıkla kullanmış, doğudan ve batıdan izler taşısa da yaşadığı ve ait olduğu topraklara bağlı bir edebi duruşu tercih etmiştir. Âkif gerçekleri yazmaktadır. Toplumun bizzat kendisini, bizzat anlaşılmaya çalışarak ama şiirin o etkili ve ahenkli yönünü de gözeterek yazmıştır.

Safahat’ta cemiyetin her sınıfından resimler bulmak mümkündür. En hisli yönüyle, bir çocuğun küfesiyle yaptığı hesaplaşma, bir mahalle kahvesi, bir ana yüreği, en acıklı haliyle bir aile dramı, bir fakirin sessiz feryadı O’nun kaleminde edebi birer eser, birer destan haline geliyordu. O edebiyat tarihimizde en önemli destan şairlerimizden biridir. Yenilikçi olmaya karşı çıkmamış ancak sahip olduğu mirası da hepten göz ardı etmeyi düşünmemiştir. Konuşma dilini aruz şekliyle birlikte çok iyi kullanmış, dilin toplumsal yapı ve kimliğini öne çıkarmıştır. “Mehmet Âkif’in, bir kısmı hemen hemen bir asır önce yazılmış şiirlerindeki tespit ve değerlendirmeleri, -kısmen dili ve kelimeleri dışında- tamamen hem evrensel ve hem de güncel gerçeklerin apaçık birer teşhis ve ilânıdır. Âkif’in, çıkış ve çözüm yolu olarak ortaya koyduğu tavsiyeleri de çoğu konuda geçerliğini aynen korumaktadır. Bu sebeple Âkif merhum, fikir ve düşünceleriyle sanki dün yaşamış kadar günümüze yakın ve canlı durmaktadır. Bize göre onun bu diriliğinin gerçek sebebi, kişiliğini dokuyan inanç, bilgi, yürek, sanat gibi evrensel değerler ve özellikle sahip bulunduğu mümin feraseti, önsezisidir.” (Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, ÂKİFÇE Tespitler- Değerlendirmeler Ensar Neşriyat)

Âkif ahlaksız ve sınır tanımayan edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, mesnetsiz, sahte ve maskeli olanları sevmemiştir. Yaşadığı dönemi tüm derinlik ve genişliğiyle anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Acıları, sevinçleri, hüzünleri, kederleri ümitsizlik kıskacına düşmeden asil bir isyan duruşuyla sergilemekten kaçınmamıştır. İşte bu samimi duruş ve bakışın bir aynasıdır Safahat.

Şiir kitabı hemen her eve girmeyi başarmıştır. Her evde okunmakta mıdır? Sorusuna hakkıyla “Evet” demek mümkün görünmese de, Safahat’ın her Türk evladında oluşturduğu heyecan ve coşkuyu hissetmemekte mümkün değildir. Safahat’ın okunması demişken, doksanlı yılların sonlarında TYB Eski Başkanı Mehmet DOĞAN’IN “Safahat Dersleri” adı ile Safahat okumaları gerçekleştirdiğini hatırlıyorum, Doğan “Niçin Safahat?” sorusuna ise, “Safahat bütün Türk dünyasında en yaygın şiir kitabı. Bundan yaygın eser yok. Bir de Safahat’ta yer alan konular bugün ayniyle yaşanıyor” diye cevap veriyordu. Bu tür okumaların konu ile ilgili her kesim tarafından önemsenmesi ve ilgi görmesi oldukça önemlidir. (Aksiyon Dergisi, 222.sayı)

Sanat, sanatçı, aydın gibi kavramların yoğun olarak tartışıldığı şu günlerde hem aydın hem sanatçı olabilmiş bir kişiliğin yazdıklarına tekrar bakmakta büyük fayda olsa gerek.

GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN



GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
 

KÜLTÜR

KÜLTÜR

Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe kültür denir.

Kültür bir toplumun kimliğini oluşturur onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır.


Kültür genel olarak iki öğeden oluşur

a) Maddi Kültür Öğeleri: Binalar her türlü araç-gereç giysiler vb.

b) Manevi Kültür Öğeleri: İnançlar gelenekler normlar düşünce biçimleri vb.

Kültürün maddi ve manevi öğeleri arasında sürekli bir etkileşim vardır. Birinde meydana gelen bir değişim diğerini de etkiler.
turkforumuz.biz'den alınmıştır
Kültür toplumun doğal çevresinden yani coğrafi koşullardan etkilenir. Örneğin dağlık bölgelerde yaşayan toplumların kültürüyle verimli ovalarda yaşayan toplumların kültürü birbirinden farklıdır.


KÜLTÜRÜN ÖZELLİKLERİ

* Kültür görelidir. Yani her toplumun kendine özgü kültürü vardır.
* Kültür tarihseldir. Yani geçmişten günümüze süregelmektedir.
* Kültür insan eseridir. İnsanlar hem kültürü oluştururlar hem de kültürden etkilenirler.
* Kültür durağan değildir. Zaman içinde değişir. Maddi öğeler daha hızlı değişir. Ayrıca her toplumda kültürel değişim hızı birbirinden farklıdır.



KÜLTÜRÜN İŞLEVLERİ

* Birey davranışlarını yönlendirerek toplumsal düzeni sağlar
* Topluma kimlik kazandırır. Toplumu diğer toplumlardan farklı kılar
* Toplumsal dayanışma ve birlik duygusu verir. “Biz bilinci”
* Toplumsal kişiliğin oluşmasını sağlar. “sosyalleşme”




KÜLTÜRÜN KAZANILMASI

İnsanların toplumları ülkeleri birbirinden farklı da olsa biyolojik olarak birbirlerine benzerler ama inanç düşünce tutum ve olayları algılayış tarzı bakımından farklıdırlar.

Bu farklılığı ortaya çıkaran etkenlerin başında içinde yetiştikleri kültürel yapıdır. Bireyler kültürü sosyalleşme süreciyle kazanırlar.

Sosyalleşme (Toplumsallaşma) (Sosyalizasyon):

Birey içine doğduğu kültürel ortamın özellikleri ana-babasından yakınlarından arkadaşlarındanokuldan sokaktan ve iş ortamından öğrenir. Ömür boyu süren bu öğrenme ve uyma sürecine sosyalleşme denir.

Birey sosyalleşme süreciyle içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olur. Olayları algılayış tarzından giyim tarzına düşünüş tarzından davranış biçimine kadar her konuda kültürden etkilenir.

Sosyalleşme süreci aynı toplumdaki bireyleri genel olarak birbirine benzetir. Ancak aynı kültürel ortamda da yaşasa her insanın yaratılış özellikleri farklı olduğu için kişilikleri birbirinin aynısı değildir.


KÜLTÜRLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1- Üst Kültür: Bir toplumda geçerli olan genel kültür özellikleridir. Toplumun her kesiminde bilinir ve benimsenir.

Örnek: Genel Türkiye kültürü genel Çin kültürü genel İtalyan kültürü gibi…


2- Alt kültür: Üst kültür içindeki din dil töre ve etnik köken bakımından kendine özgü özelliklere sahip toplulukların kültürüdür.

Örnek: Türkiye’deki Kürt Laz Alevi Yörük kültürü Amerika’daki Kızılderili Zenci Göçmen kültürü gibi…


3- Kültürleme: Toplumun kendi kültürel özelliklerini yeni kuşaklara sosyalleşme yoluyla aktarmasıdır.

Örnek: Türk toplumunda yetişen bir kişi Türk gibi düşünür davranır ve giyinir.
turkforumuz.biz'den alınmıştır
4- Kültürleşme: Farklı kültürlerin karşılıklı etkileşime girmesiyle gerçekleşen kültür alış-verişidir. Kültürleşme süreci sonunda her iki toplum da yavaş ya da hızlı değişir.

Örnek: Aynı mahallede oturan Türk ve Kürt toplulukların zamanla birbirini etkilemesi Avrupa birliğine üye ülkelerin kültürel etkileşime girmesi


5- Kültürel Yayılma: Bir kültürde ortaya çıkan maddi veya manevi kültür öğesinin dünyadaki başka kültürlere yayılmasıdır.

Örnek: Spagettinin İtalya’dan ulusçuluk fikrinin Fransa’dan tütünün içmenin Kuzey Amerika yerlilerinden yoğurdun Türklerden dünyaya yayılması gibi…


6- Kültürel Gecikme: Bir toplumdaki maddi kültür öğelerinde meydana gelen değişim hızına manevi kültür öğelerinin ayak uyduramaması oluşan uyumsuzluk ve görgüsüzlük durumudur.

Örnek: Cep telefonu (maddi kültür) hızla yaygınlaşmaktadır ancak onu kullanma görgüsü (manevi kültür) aynı hızda gelişmemektedir. Bunun sonucu olarak toplu mekânlarda yüksek sesle konuşulmakta tiyatro cami gibi yerlerde kapatmaya özen gösterilmemektedir. Ayrıca apartmankredi kartı belediye otobüsü sonradan görme zenginlik vb.


7- Kültürel Şok: Kendi kültür ortamından başka bir kültür ortamına katılan bireylerin yaşadıkları bunalım ve uyumsuzluk durumudur.

Örnek: Almanya’ya giden ilk Türk işçilerin uyum sorunları kentten köye gelin olan bir kızın uyum sorunu Doğuda bir köye atanan yeni İzmirli öğretmen vb…


8- Kültür Emperyalizmi: Emperyalizm bir ülkenin başka bir ülkenin kaynaklarını sömürmesi demektir. Kültür emperyalizmi gelişmiş ülkelerin az gelişmiş diğer kültürleri özellikle kitle iletişim araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesidir. Kültür emperyalizmi sömürgeciliği kolaylaştırır.
turkforumuz.biz'den alınmıştır
Örnek: Batı kültürü TV programları ve filmleriyle diğer kültürleri giyim eğlence ve tüketim alışkanlıkları bakımından kendine benzetmektedir. Böylece Batı ürettiği ürünlere daha çok pazar bulacaktır.


9- Kültürel asimilasyon: Bir kültürün kendi içindeki azınlık kültürü eritmesi ve kendine benzetmesidir. Asimilasyon normal bir süreçle olabildiği gibi devlet eliyle zorla da olabilir.

Örnek: Bulgar Türklerinin zamanla Slavlar içinde erimesi Anadolu’daki Türklerden önceki eski halkların Türk kültürü içinde erimesi Azteklerin Meksika kültürü içinde erimesi vb…


10- Kültürel Yozlaşama: Yabancı kültürlerin olumsuz etkisi ve toplumun kendi öz değerlerine yeterince sahip çıkmaması sonucu meydana gelen kültürel bozulmadır.

Örnek: Gençlerin batı kültürüne özenmesi yardımlaşmanın yerini çıkarcılığın ve duyarsızlığın almasıanadilin yabancı kelimelerle yozlaşması dini bayramların özünden uzaklaşıp tatile dönüşmesi işyeri isimlerinin yabancı kelimelerden seçilmesi